Tehlikenin farkında mıyız?
Türkiye'nin içinde bulunduğu süreci en doğru nasıl anlaya biliriz. Durum o kadar ciddi ki gerçekleri anlayabilmek için önce zihinlerdeki komplo endişesini bertaraf etmek gerek. Nitekim olaylara bugün, şimdi başlamış yeni bir olay gibi yaklaşmanın durumu anlama adına hiç bir faydası olmaz. Tarihin penceresinden bakmak lazım. Zira ''tarih tekerrürden ibarettir'' düsturu olmadan olayların nedenini ve sonuçlarını göremeyiz. Evet, Türkiye fiilen III. Dünya savaşının aktif katılımcısı olmak üzere manipüle edilmekte ve savaşa sürüklenmekte.
Bu sözlerimi kimse bir savaş çığırtkanlığı ya da felaket haberciliği olarak algılamasın. Türklerin savaştan korkmadığı, genetik yapılarının savaşmaya ve zafere yatkın olduğu herkese malumdur. Ayrıca Türk tarihi klasik savaş tecrübeleriye ve gurur duyacağımız zaferlerle zengindir. Ancak son 100 yılı ele aldığımızda zaferden çok küçülme ve yenilgi olaylarının yaşandığı, taarruzdan çok savunma pozisyonunda kaldığımız görülmekte. Özellikle 27 Nisan 1909, yani Meclis-i Umumi-i Milli'nin, Sultanahmet'teki Meclis dairesinde 240 mebus, 36 ayandan oluşan bir heyetle Sultan II. Abdülhamid'in hal'ine oybirliğiyle karar verdiği gün tarihimizde yenilgi ve küçülmenin başladığı kırılma noktasıdır. Çünkü Osmanlı Devleti'nin I. Dünya savaşına bulaştırılması, topraklarının kaybettirilmesi ve nihayetinde parçalanıp küçültülerek Türkiye ilan edilmesi bu tarihten başlar.
Evet, Türkiye bugün III. Dünya savaşına sürüklenmekte. Tıpkı I. Dünya savaşına zorla bulaştırıldığının tıpa tıp aynısı gibi.
1913 Yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti darbe ile yönetime el koyduğu günlerde, dönemin gündemi yaklaşmakta olan I. Dünya savaşı idi. Avrupa'da çıkacak çok uluslu bir savaşının farkında olan İttihat ve Terakki hükümeti, bu savaşta yalnız kalmamak için müttefik aramış ancak Osmanlı Devleti'nin geleneksel dostu saydığı Fransa ve İngiltere'den müttefiklik tekliflerine olumlu cevap alamamıştı. Buna karşılık İttihat ve Terakki hükümeti 2 Ağustos 1914’de Almanya ile Osmanlı Devleti adına gizli bir Türk-Alman İttifak Antlaşması imzalamıştı. I. Dünya savaşı başladığında (28 Temmuz 1914) İttihat ve Terakki ilk başta Osmanlı Devletinin tarafsızlığını ilân etse de daha sonra (Türk-Alman İttifak Antlaşması çerçevesinde Osmanlı Donanmasına katılmış) Yavuz ve Midilli adında Osmanlı arma ve bayraklı Alman gemilerinin provakatif saldırısı sonrası Osmanlı Devleti tarafsızlığını kaybetmişti. Şöyle ki Ekim ayının sonlarında, Karadeniz’de devriye ve tatbikat amacıyla İstanbul'dan yola çıkan bu gemiler, 29-30 Ekim gecesi Odessa ve Sevastopol’de Rus donanmasını bombalamışlardı. Ve böylece bunun üzerine Rusya ve müttefikleri peş peşe Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmişlerdi. Daha sonra 1917'de Bolşevik devrimiyle yıkılan Rusya savaştan çekildiğini ilan etmiş, 1918'de ise kendi içindeki sosyalist devrimcilerle başı dertte olan Almanya teslim olduğunu duyurmuştu. Dolayısıyla bundan sonra diğer savaşan devletler ortada yapayalnız kalan yenilmiş Osmanlı Devletine saldırmış, olabildiğince parçalamışlardı. Yani Büyük Osmanlı bu şekilde parçalanıp bölünerek küçük Türkiye olmuş, topraklarını kaybetmişti.
İşte ne kadar manidar ama değil mi? Dün Türk-Alman ittifakı bugün NATO vardır. Dün Osmanlı ordusundaki Alman gemileri Rus donanmasına saldırıp kaçarak Türkiye'yi Rusya'nın önüne atmışlardı. Bugün Akdenizdeki bir Amerikan savaş gemisinden gelen NATO alarmıyla kalkmış F16'larımız Rus uçağını düşürerek Rusya ile ilişkilerimizi en verimli olduğu bir zamanda bozmuş oldular. Dün Rusya Bolşevik devrimiyle, Almanya ise sosyalist devrimiyle savaşta devredışı bırakılarak Osmanlı toprakları Fransa-İngiltere-İtalya arasında paylaşılmıştı, bugün Rusya Ukrayna ve Kırım çıkmazı ile, yaklaşan yeniden bölünme tehdidi ile, Almanya ise Suriyeli mülteci kriziyle meşgul edilerek devredışı bırakılmaya, Türkiye toprakları sadece ABD-Britanya-Fransa-İsrail arasında paylaşılmak istenmekte. Yani İngiltere'nin Brexit ile AB'den ayrılmasının, Fransa'nın gerekirse aynı şekilde AB'den ayrılmasının mümkünlüğünün konuşulması, tüm AB üyelerinin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmasının nedenlerini şimdi daha iyi anlayabiliyor musunuz? Özellikle 15 Temmuz sonrasında Türkiye'nin siyasi gündeminde neden ''Türkiye bölünmez'', ''Türkiye'yi bölemezsiniz'' sloganlarının sıkça kullanıldığını anlayabiliyor musunuz? Çünkü gerçek gündem ne düşen petrol fiyatları, ne Ukrayna'nın toprak bütünlüğü, ne Avrupa'da kendi patlattıkları 3-5 bombalı terör olayı değil, aksine Ortadoğunun yeniden şekillenmesi ve Türkiye'nin bölünmesidir. Bu yüzden akılları kör eden kafa karıştırıcı olaylarla yalancı gündemler oluşturulmakta, BOP düzenine engel olacak insanların gerçeği görmeleri engellenmekte.
Söylendiği gibi, tarih tekerrür etmekte. Dün Padişah Sultan II. Abdülhamid Han'ı tahtından indirip darbeyle yönetime el koyan, Osmanlı'yı savaşa sokup bölünmesine, parçalanmasına önayak olan İttihat ve Terakki vardı. Bugün darbeye teşebbüs eden bir FETÖ ve padişahlıkla suçlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan vardır. Dün halkı padişahın tahttan indirilmesiyle meşgul edip asıl gündemin Osmanlının parçalanması, hilafetin kaldırılması olduğunu anlamalarını engellediler. Bugün az kalsın 2 aydır gündemimiz FETÖ ve darbe girişimiyle meşgul edilmek zorunda bırakılarak bir çok perde arkası gerçek tehlike ve oyunları farketmemiz engellenmekte. Kısacası hiç dostu olmayan şu garibim ülkemizin üzerine oynanan fark edemediğimiz, gözümüzden kaçan o kadar çok sinsi plan ve oyunlar var ki düşündüğüm zaman olabildiğince, 79 milyonun duyabileceği şekilde ''Tehlikenin Farkında Mısınız'' diye haykırasım var.
Olayların sonu ne olur diye merak ederseniz, kendimize bağlı derim. Dış meseleler iç meselelere, kişisel ve kurumsal egolara kurban edilmeden toplumsal farkındalık oluşturularak ortak vatani çıkarlar üzerinden hareket edilirse bir şeyler yapabileceğimize inanıyorum. Bu açıdan sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya ile ilişkileri özür polemiğine takılmadan normalleştirmesini alkışlıyorum. Nitekim Türkiye önümüzdeki bu savaşta müttefik ya da taraf olarak değil bilakis kendisi tüm milletimizin desteği ve gücünü arkasına alarak Tek Devletlik Dev İttifak olabilmeli. Fakat durum bu kadar ciddi iken ana muhalefet partisi, barolar başkanı ya da mimarlar odası hala cumhurbaşkanlığı sarayındaki bir programa katılıp katılmamayı ülke meselesi gibi kabul edip yanlış zamanda yanlış meselelerle gündemi oyalıyorlarsa henüz bir birlikten bahsetmemiz çok erken. Sırf bu konjüktürden bakıldığı zaman bile OHAL yerinde ve doğru bir uygulamadır diyorum. Nitekim OHAL olmasaydı meclis tezkeresi ve muhalefetin gündem sabotajıyla engellenecek yurtdışı operasyonları sekteye uğrardı. Halbuki ''sınır güvenliği sınır ötesinden başlıyor'' tezi Türkiye'nin toprak bütünlüğünü koruması ve IŞİD, PYD, YPG, PKK gibi tehdit unsurlarını bertaraf etmesi açısından dış politikamızın en önemli meselesi olmalı.
İçinde bulunduğumuz şu sıkıntılı günlerde Türkiye'nin acil ve ertelenmeyecek eylem planları olmalı. 15 Temmuz darbe girişimi gerekçe gösterilerek İncirlik üssü diğer kapatılan kışlalar gibi kapatılmalı. NATO'dan çıkmayı bahsetmiyorum çünkü bu henüz gerçeğinden uzak ve de yanlış adım olurdu. Ama en azından Türkiye'nin içindeki yabancı unsurlardan kurtulması lazım. Suriye konusunda ise Ortadoğuda bir üssü olan Rusya'nın Türkiye'ye ABD-AB-İsrail karşısında ekstra zaman ve güç kazandırdığına inanıyorum. Şu bir gerçek ki batı Rusya ile meşgul olduğu sürece Türkiye'ye sıra gelmez. Bu yüzden tek kutuplu dünyada her hangi bir süpergücün diktası altında kalmak ya da kavga eden iki müttefikten birinin yanında yer alıp tek kutuplu bir düzene girmektense tarafsız kalıp güçlenmek Türkiye için en doğru politika olacaktır. Zira savunma sanayimiz, ekonomimiz henüz Türkiye'yi tamamen bağımsız yapacak bir güçe ulaşmış değil. Ordumuzun hem savunma hem de taarruz silahları ve teknolojisi açısından daha çok modernize edilmesi gerekmekte. Her şeyden önemlisi Türkiye'nin içimizdeki hainlerden kurtulması için daha çok zamana ihtiyacı vardır. © Metin UÇAR
İmsak | 05:43 | ||
Güneş | 07:12 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:29 |