Frienemies: Dost Görünümlü Düşmanlar
Gündemi takip etmek hususunda insanlar her zaman farklı davranmışlardır. Bazıları gündemi sıkı takip eder, bazıları da hiç takip etmez, olup bitenlerden geç haberdar olurlar. Burada önemli olan gündemi sıkı takip edip etmemek değil, bilakis suni gündemle perdelenen asıl gündemin ne olduğunu doğru zamanda doğru okuyabilmektir. İçinde bulunduğumuz zaman itibari ile gerçek tek gündem vardır. O da, Ortadoğu'da gerçekleşen çokuluslu 3. Dünya savaşının ortasında sınırlarımızın bütünlüğü ve devlet olarak ayakta kalma mücadelesi verdiğimizdir.
Evet an itibariyle Türkiye büyük bir çok uluslu savaşın ortasında ölüm kalım mücadelesi vermekte. Önceki Dünya Savaşlarından farklı olarak şimdi savaşan ülkeler kendi toprakları, hatta kıtaları dışında 3. bir ülkenin topraklarında harp etmekteler. Rusya, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika, İsveç, İspanya, Kanada, Japonya... Hangi birisi için Ortadoğu kendi toprakları ya da kıtası sayılabilir? İşte modern savaş formatı ve tekniği budur. Rakip devletin ekonomik gücünü 3. ülkelerin topraklarındaki savaşta olabildiğince boşa çıkarmak ve daha sonra İMF ve benzeri kurumlarla teslim almak. Yani modern dünyada nükleer silahlar artık devletlerin elindeki kullanılması imkansız sembolik bir güç teşkil etmekte. O kadar sembolik bir güç ki Kuzey Kore lideri Kim Jong bile hava atsa da kullanmaz.
Özetle, modern savaşlar 3. bir ülkenin topraklarında yapılmakta ve Ortadoğu'daki savaş da kelimenin tam anlamıyla böyle bir savaştır. Ancak bu savaşın Türkiye açısından çok ilginç bir yanı vardır. Nitekim Ortadoğu'da Rusya ve ABD'nin başını çektiği çok uluslu bu savaşta her iki devletin hiçbirisi görünürde Türkiye'nin düşman kabul ettiği ülke değildir. Hatta birisi 60 yıllık müttefikimiz diğeri ekonomimize döviz kazandıran tüketici komşumuzdur. Müttefik ve komşumuzun rakip olarak mücadele ettiği bir savaşa Türkiye'nin müdahil olması tuhaf değil mi? Şu soruyu anlaya bilmek çok önemli. Çünkü aksi türlü ne TSK'nın Suriye ve Irak'ta ki sınırötesi operasyonlarının nedenini anlayabiliriz, ne de oprtadoğu'daki savaşın nedenini anlayabiliriz.
Ortadoğu'yu parça parça koparıp büyük İsrail'i kurma projesine hizmet eden bu savaşta orduları ile taşeronluk yapan yukarıda saydığımız ülkelerdir. Savaş bitip, büyük İsrail kurulana kadar taşeron ülkeler ''hakediş'' olarak parçalanacak ülkelerin para yapan varlıklarını, memur ve liderlerinin yabancı bankalarda biriken gizli hesaplarındaki altın ve paralarını alacaklardır. İşin aslı ise Rusya bu taşeron ülkeler listesinde olmasa da, pay alabilmek için zorla savaşa müdahil olduğudur. Ancak gerçek şu ki Türkiye de bu taşeron ülkeler listesine kayıtlı değildi. Nitekim Türkiye ve İran Büyük İsrail'in kurula bilmesi için BOP çerçevesinde parçalanacak en son iki ülke. En son parçalanacak diyorum, çünkü Türkiye'nin NATO üyeliği, İran'ın ise Rusya ile stratejik ortaklığı her iki ülkeyi doğal olarak listenin en sonuna kaydırmıştır. Tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurduğumuz zaman Türkiye'nin ortadoğu'daki savaşa müdahil olması, NATO'nun BOP taşeronluk plan ve amacı dışında gerçekleşmiştir. Nitekim Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturması, Sünni Arapların ve Türkmenlerin komutasındaki muhalif güçleri desteklemesi, Irak'ta Musul ve Kerkük'te IŞİD ve PYD/YPG ile savaşması Türkiye'nin parçalanmasını önlenmekte, hatta belki harita ve sınır değişikliği durumunda kendi tarihi topraklarına kavuşmasını temin etmektedir.
Dolayısı ile Türkiye ortadoğu'daki şu çok uluslu savaşa tamamen kendi ulusal çıkarlarımız doğrultusunda müdahil olmuştur ve iç politik görüşümüz ne olursa olsun, büyük küçük hepimizin bilinçli bir şekilde devletimizin ilgili dış politikasını desteklememiz gerek. Zira Türkiye buna mecburdur. Çünkü NATO'nun darbe yaptığı, işgal ettiği, ekonomisini çökertmek istediği şu ülkelerin tamamı Türkiye'nin eski ihracat bölgeleri ve ticaret ortaklarıydı. Ülkemize döviz girişi bu ülkelerden sağlanıyordu. Kuzey Afrika inşaat ve gıda sektörümüzün canlandığı bölge idi ama NATO işgali ile sonuçlanan Arap Baharı sayesinde Türkiye'nin kaybı 75 milyar doları bulmuştur. Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu İnşaat ve Tekstil sektörümüzün rakipsiz faaliyet gösterdiğimiz bölgelerdi. Uçak Krizi ve düşen petrol fiyatları sonucunda Türkiye'nin bu bölgedeki kayıp/zarar miktarı 100 milyar doları aşmakta. NATO öncülüğünde başlatılan ve ABD'nin manipüle ettiği bu radikal uygulamalar sonucundan Türkiye'ye bu ülkelerden gelen döviz akışı fiilen kesilmiş durumda. Ve bugün itibari ile Türkiye'nin elinde kalan son döviz kapısı sadece Ortadoğu'dur diyebiliriz. gıda, inşaat, tekstil, turizm sektörünü ayakta tutan, az buçuk döviz girişi sağlayan ve ihracata nefes aldıran son bölgedir ortadoğu. Dolayısıyla verilen zarar ve kayıplara bakılırsa Ortadoğudaki savaşın doğrudan hedefi Türkiye'dir demek mümkün.
Bu açıdan, en büyük düşmanlarımız en büyük müttefiklerimizdir diyebiliriz. NATO ve AB, İngilizlerin ''frienemy'' diye tabir ettikleri sonumuzu getirmeye çalışan dost görünümlü düşmanlarımızdır. Ve bu frienemy'ler Türkiye'yi Suriye ve Irak'ta kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bağımsız hareket ettiği için sürekli cezalandırmaktalar. 15 Temmuz'da darbe ile yapılmak istenen iktidar değişikliği de bu cezanın bir parçası idi. Her gün geldi gelecek diye medya ve basında duyduğumuz darbenin 2. dalgası haberleri de bu cezalandırmanın ön habercileridir. Ancak herkes bu cezalandırmanın askeri ya da sivil yöntemlerini tahmin yürütüyor iken asıl eylemin Türkiye'nin döviz rezervlerini eritmek olduğunu gözden kaçırıyorlar. Türkiye'nin gelen döviz akışını tamamen kesmek ve elindeki döviz rezervini süratla eritmek sıradaki en büyük tehlikedir. Dikkat ederseniz, Merkez Bankası düzenli olarak kasasındaki döviz rezervinin kaç kaldığını açıklamakta. Bir kaç gün önceki açıklamada ise kasada 128 milyar dolar olduğu aşıklandı. Bu açıklamalar aslında Türk ekonomisinin ne kadar süre dayanabileceğini ve enflasyonun geliş hızını ölçmek içindir. Çünkü döviz olmadan ithalat yapılamaz, Suriyedeki operasyonlar sürdürülemez ve sınır güvenliğimiz sınır ötesinden korunamaz.
Çare, çözüm nedir öyleyse? Bence önlem olarak acilen insanlar döviz rezervi, tüketimi konusunda aydınlatılmalı. Devlet özel sektörün ihracat ve döviz girişi sağlayan uygulamalarına özel teşvikler, destekler sağlamalı. Yabancılara gayrimenkul satışında vergi düzenlemeleri ve indirimleri sağlanmalı. Vatandaşların iç piyasada döviz tüketime ihtiyacını minimize eden uygulamalar gerçekleştirmeli. Aksi türlü, ülkede döviz kalmadığı için işadamları yurtdışı seyahatine çıkamayan Azerbaycan, Türkiye'de satın aldığı evinde tatile gelemeyen Rusya gibi oluruz. © Metin UÇAR
İmsak | 05:41 | ||
Güneş | 07:09 | ||
Öğle | 12:13 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:07 | ||
Yatsı | 18:30 |