banner333

banner309

02.04.2013, 11:09

Senin haberin yok…

Yıl 2000, Mart ayının 22’si. Güzel bir bahar günüydü sanki. Ama ben, çok acılı olmanın ve hüzünlülüğün ötesinde takvimlere kara bir gün olarak not düşülesi bir ayrılığın en sancılı anlarından birini yaşıyordum. Adına ister kader deyin, isterseniz yazgı. Ne derseniz deyin. Benim için bir sevda ve benim sevdamdı. Öyle ki ayrılığımız da, bakıp birbirimize ve ancak, bir tutam sevgi serpiştirebilmiştik bir an kadar kısa birlikteliğimize. Ve içtiğim bir yudumuyla susuzluğumu giderir ve yüreğimin en derinlerine kadar soğuduğum suları artık susuzluğumu gidermiyor ve yüreğimi de soğutmuyordu. Sanki ayrılığımızın uzun olacağının habercisi gibiydi an’lık bir oluşlarımız. Doğallığını ve bakir kalışını sevdim hep. Ve hep seveceğim. Senin yerine kendimi koyar ve kendi kendime (delicesine), sessiz konuşmalarımı, birde seni severdim sadece. Hayatımdaki en doğal en bakir kalan şeysin. Doğal güzelliğinle birçok gönlün tahtına kurulduğundan hiç şüphem yoktur. Her şeyden çok daha güzelsin, doğallıktan yana. Varlığın birçok gönül’e huzur, mutluluk veriyor.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                
Önceleri böyle değildim ben. Benimde renklerim vardı. Tamam, belki bir ressam kadar renkleri kullanmasını bilemeyebilirim ve seni resmetmeyebilirim. Ama sana özgü renklerini, hoyratça harcamazdım. Ne var ki acımasızca harcıyorlar, harcatıyorlar tersine dikilmiş betonarme kazıklarla. Aslında dostlarımızın ve dost bildiklerimizin isimlerini yazmak isterdim kalın fırçalarla sırf renklerini herkes görsün ve dokunmasınlar diye sana. Sekiz ana renkten ilk yeşil ve mavi tükenirdi hep. Nedenini sormayın. Biliyorsunuzdur zaten. Aslında çok sevdiğim renk değildi sende görene kadar. Sana da ne çok yakışıyor hani. Seninle, derinden derine iç çekişlerde akciğerlerin en son hücrelerine kadar giden en temiz oksijenin üretimini gerçekleştiren ormanlarının yeşilini ve yeşilinin tüm tonları ile o tertemiz ve berrak mı berrak gök mavisinin ve tonlarının seveni oldum.
 
Ama bazen içimden bir an için siyahlar çekesim geliyor doğallığının ve bakirliğinin üstüne. Neden mi? Çünkü senden kaçamadığım için; benliğimi kapladığında, kendimden kaçmak ve yalnızlık limanına sığınmak istediğim renkti siyah. Kızmaya gerek yok. O’da bir renktir. Ve tüm gizemlerin içinde saklanabildiği tek renk o. Onda sadece suç işleyenler ve suçlular değil benim gibi kendisinden kaçmak isteyenlere ve gizemlerini açığa çıkaramayanlara da sığınaktır siyah. Onun suçu değildir ki, bu kadar karanlık olması. O mu istedi? Gecelerde kullanılmayı, saklanılmayı…
 
Ey sevdam, ey gönül çelenim; geceler, siyahtı hep. Dolunaylar çıksa da siyah. Yani senden öncede siyahtı seninle de siyahtı ve senden sonrada öyle kalacak.
 
Ey yeşil giysili mavi örtülü güzel sevdam!.. Korkarım ki, yüreğimin mizan anları yine siyaha bürünmüş gecelere denk gelecek. Ve ben senden uzaklarda ve yine sensiz kalmışlıkla isyanlardayken korkarım yine yanlış çıkaracağım gönlü karışık belgeyi.
 
Hani ayrılmadan önce kırk yıl hatırı olan son bir kahve… Diyecektim ama çok uzaklarda olduğumuz aklıma geldi birden, tam vaz geçecektim ki, boş ver dedim bari hayallerim özgür kalsın istedim; bir sütlü ama sade kahve istedim garsondan. (Sütsüz sade kahve de içemem ki.) Garson getirsin beyaz gömleğiyle şöyle bol köpüklü sütlü sade kahveyi. Bir yudum aldım kahveden yüzüm buruştu, üstüne hemen bir yudum su içtim.
                       
O an hayalimde canlansın o doğal, o bakir ve sade ama anlatımsız güzelliğin. Bu kesmedi hadi ayrılmadan önce son bir sade Türk kahveni içeyim. Belki sıcak bir merhaba ile elimi tutan olur ve sonra belki son birer kahve daha söyler… Ama hayal, hayal bu yahu…
 
Nedense bu kahveleri küçük fincanlara koyuyorlar hep, ben büyük istemiştim duymamış demek garson. Ne kötü ikinci istediğim sade Türk kahvemde bitiyor. İlk kez korkuyorum bir kahvenin telvesini görmekten. Güneşin ışığıyla parlayan o muhteşem doğal güzelliğini ben, en içten ve en derinden bir of çekip bütün ihtişamıyla, akıtıyorum yüreğime. Senin haberin yok.
 
Yarınlarda, bir sabahın seher vaktinde, belki bir fincan sütlü sade kahve olacak ama sende olmayacağım ben…
 
Özledim… Hayalimden hiç gitmese de, o doğal güzelliğini, o bakirliğini, o sadeliğini ve gizem dolu tarafını...
 
Defalarca, özledim, özledim… Diyecektim. Ama olanlara bakıp dinleyince içindeki gizemli fısıltıyı sen, bana kırgınmışsın san ki… Veya öyle gibi geldi bana…
 
Olsun her şeye rağmen ben seni sevdim ve seveceğim hep.
“Çünkü yetmez ki denizler, bana ırmaklar netsin!
İstemezken gülü hiç, ıtrine canlar yetsin.
Sevdam can sıkacak şeyleri yapsın, hoştur. “
Bana mahsus bu sabır… Sevdam ne ederse etsin…
Yorumlar (4)
Nejmiye CİHAN 12 yıl önce
Ne kadar güzel ifade bulmuş özlemler. Doğal güzellkler ve özlemler adına çok düşündürücü. Bizim gibi uzakta olanlar için harika bir iç döküş olmuş. Tebrikler abiciğim, gönlümüzün BAŞKANI
Faruk Kuş 12 yıl önce
Muhteşem bir deneme devamını bekliyoruz.
CAHİT KAYA 12 yıl önce
Tek kelime ile harika, çift kelime ile çok iyi...
aslan 12 yıl önce
İsa başkan harika bir yazı olmuş.
2
az bulutlu
Namaz Vakti 23 Kasım 2024
İmsak 05:42
Güneş 07:11
Öğle 12:14
İkindi 14:44
Akşam 17:06
Yatsı 18:30