GÜNDEME DAİR
Bu yazımda GÜBDER olarak yaptığımız ziyaretlerden ve Gümüşhaneli olmanın özelinden, hasletlerinden bahsedecektim. Ülkesine milletine yürekten bağlı, canından çok sevdalı olmasını yazacaktım. Gümüşhaneli olmaklığın yanında Gümüşhane sevdasından. Bölgenin coğrafi yapısı gereği dağların arasına sıkışmış, yani “dağların avcundaki şehir” olarak durmasına karşın yiğit yürekli, güzel ve yüce gönüllü, engin ufuklu, yani adamlığın tüm hasletleri ile donanımlı insanların beldesi Gümüşhane’mizden bahsedecektim. Ve bu anlamda da tüm notlarımı hazırlamış ve uygun bir zaman içinde toparlayıp yazıya dökecektim. Ki beni yataklara düşürecek hale getiren meret hastalığa yakalanınca yazamadım. Hasta halimde bile yazabilmeyi düşünüyor ve evdekilerle bunu paylaşmak istediğimde, “yat yattığın yerde”, “iyileşince yazarsın, kaçıyor mu” gibi tepkilerle karşılaşınca doğrusu bende “game over!” oluyordum. Artık iyileşmeyi beklemekten başka çarem yoktu. Ne çare ki, 20 gün oldu hala geçmedi meret hastalık. Bir türlü atamadım hala. Ne yapışkanmış. Eskiden, “ilaç alırsan bir haftada, ilaç almazsan 7 günde geçer” diyorlardı. Neyse atlattım şükürler olsun.
Ancak ben, hastalığın nekahet dönemini yaşarken, ülke gündemi toz dumana karışmış. Hal böyle olunca da bizim GÜBDER ve Gümüşhane için tuttuğumuz notlar güme gitti tabi ki.
Ülkemiz açısından bu kadar önem arz eden gündeme duyarsız kalmak olmazdı elbette ki. Bir yandan gündemin harareti, bir yandan hastalığın verdiği hararetin sıkıntılarını yaşarken arada fırsat buldukça da önceki yazımı kontrol ediyordum. Bir baktım yazı tarihime, ikinci aya birkaç gün kalmış olduğunu fark edince “vay be” demekten kendimi alamadım. Bayağı bir ara vermişim. Bundan dolayı bize sabır gösterenlere müteşekkirim ve özür diliyorum.
Bu arada bir başka şeyin daha farkına vardım. Meğer ortalığı kasıp kavuran bu meret hastalığı yani gribal enfeksiyonu geçiren ve mücadele eden sadece ben değilmişim. Görülen o ki, sadece ben hasta değilmişim neredeyse diyeceğim ama “neredeyse” sözü yetersiz. “Neredeyse” sözünü çokça aşan bir durumda ülke olarak hastaymışız. Öyle ki, bu nekahet döneminde öylesine kritik anlar yaşıyoruz ki, akıllara zarar.
Hem hastalığımı atlatayım hem “game over” olmaktan çıkıp geri döneyim hem de gündem bir otursun, toz duman dağılsın istedim. Ama nerde…. Ne tam olarak hastalığım geçti ne de ortalığın toz dumanı.
Millet dalından kopmuş kuru yaprak misali, esen sert rüzgârla oradan oraya savruluyorken, birileri de beraberce daldıkları okyanusun derinliklerinde vurgunlara gelince can havliyle yüzeye çıkabilmenin çırpınışları ve birbirlerinin paçalarına sarılmaların dayanılmaz duyguları içindeyken, güzelim ülkem bir yandan şiddet olaylarıyla sarsılırken, öbür yandan soygun ve talan haberleriyle çalkalanıyordu.
Ve kimilerine göre kaos, kimilerine göre komplo, kimilerine göre çete, kimilerine göre hırsızlık, kimilerine göre küresel güçler, kimilerine göre de devlet içinde veya paralel devlet vs., vs. derken ve yine aradan çıkan kimileri de “Küresel komploya hayır, siyaset mühendisliğine hayır” “Yolsuzluk ve iftira en büyük ahlaksızlıktır” diye bağırıyor mu? Vatandaş olarak şoklara gelmemek elde değil.
Şurası bir gerçek ki, kimilerinin “soygun ve talan” dediği, kimilerinin de “komplo ve siyaset mühendisliği” dediği bir operasyon ve sonrasında gelişenler hakkında bir şeylerin söylenmesini erken buluyorum. Zira “ispatlanmadığı sürece bireyler masumdur.” Ve hukukun tanıdığı masumiyet karinesinden hareketle bireyler hakkında spekülatif söylemlerden, operasyonu maniple edecek şeylerden kaçınmak gerekir diye düşünüyorum.
Ne var ki, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali horozdan bile daha erken ötenler var. Onlara bu mazlum ama yiğit, yüce gönüllü olan büyük Türk milleti, “Kızım Fatıma da olsa cezasını çekmeli” diyen bir peygamberin ümmeti olarak yakışanı yapacağından zerre kadar kuşku duymamalarını hatırlatmak isterim. Ayrıca birer zavallı olarak ta aklı evvelinizce işleri kotardığınızı sanıyorsunuz. Bunu yaparken de bir birinizi kırıp döktüğünüzün farkında olmadığınız gibi ülkemizin kırılıp dökülmesine sebebiyet veriyorsunuz.
Öyle ki, farklı davranışlar içinde olunduğunda sosyalleştiğimizi ve topluma faydalı olduğumuzu düşünüyor hatta farkında olmadan bizde yarattığı kompleksin hafifliğine düşüyoruz. Ve öyle bir hale geliyoruz ki, artık hareketlerimizi yani kendimizi kontrol edemiyoruz.
Dolayısıyla içine düştüğümüz bu kompleksimiz ve öfkemiz bizi adalet ve merhametle davranmaktan alıkoymaz. İnşallah…..
Sonunda en yakınlarımızı bile kaybetmek pahasına dahi olsa adalet ve hakkaniyetten ayrınılmamalıdır.
Yaşanılan hayatın sonunda hesaba çekilme gününe geldiğinde en ufacık bir şeyin bile hesabının sorulduğu ve mutlak adaletin tecelli ettiği “ahirete” inanan insanların telaşlanmasına, kuşkulanmasına gerek yoktur.
Ve haksızlık kimden gelirse gelsin ve kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana zalime karşı çıkmak da insanlığın ve Müslümanlığın bir gereği olduğu da unutulmamalıdır.
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
“Mevla, görelim neyler, neylerse güzel eyler.”
İmsak | 05:41 | ||
Güneş | 07:09 | ||
Öğle | 12:13 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:07 | ||
Yatsı | 18:30 |