25.08.2015, 12:55
DOKTORU BEKLERKEN
-HAYATIMIZDAN KESİTLER-
2001 yılında İstanbul’da annemle birlikte gittiğimiz, adını burada zikretmeyeceğim, birbirinden pekte farksız olmayan, onlarca devlet hastanelerinden sadece birisinin içler acısı durumunu, burada anlatmaya çalıştım.14 yıl önce geçen, her birimizin anılarında kalan bu karanlık günleri unutmamak ve unutturmamak için bunları yazıyorum.
Toplumsal hafızamızın zayıf olduğunu dikkate alırsak,milletçe bize yapılan bu zulümleri çok çabuk unutuyoruz. Bunun içindir ki ,yaşadığımız kötü hayat tecrübelerini tekrar ,tekrar yaşıyoruz.Bu bizim toplum olarak en büyük zaafımızdır.Sağlık reformuyla birlikte gelen randevu sistemi, tek kimlik dönemi,ışıklı numaratörler, klimalı bekleme alanları vb. yeniliklerler, bu sorunların büyük bir bölümünü geride bırakmasına rağmen hala o eski dönemin kalıntıları tam olarak temizlenemedi. Günümüzde, devlet hastanesi acillerindeki yüzlerce hastayla ilgilenmek zorunda kalan birkaç doktorun ayaküstü çabaları bize o günleri hatırlatıyor.Bunun için bir umut gibi gözüken şehir hastaneleri belki köklü bir değişimi beraberinde getirebilir.
UNUTTUKLARIMIZ-1
DOKTORU BEKLERKEN
Saat 4:30…henüz tan yeri ağarmamış. Karanlığı , devlet hastanesinin poliklinik camlarından dışarı süzülen ışıklar aydınlatıyor.Üzerine yılların yorgunluğu çökmüş bu eski bina; hala onca şifa bekleyen insanlara bir umut kapısı olmaya devam ediyor …..Gecenin bu son saatlerinde ,hızlı adımlarla yürürken, bir taraftanda bizi bekleyen uzun kuyrukları düşünüyordum.Gün henüz başlamamıştı ama şimdiden içimi bir sıkıntı kaplamıştı.Akıp giden bu düşüncelerin arasında; nihayet gelmiştik.
Hastane kapısından içeriye girdiğimizde, içler acısı gerçeği anlamak için; bizi karşılayan yüzlerce insanın belli belirsiz bakışları bile yetiyordu.Bu hastane kuyruklarındaki her bir göz bir ışık arıyordu; belki güler bir yüz,belkide güzel bir söz ama o kadar uzaktı ki! Bu uzun sıraların başlangıcı böyle olmamalıydı. Devletin kucağında, yaşları altmışın üzerinde, hayatın bütün yükünü çekmiş bedenler için ,oturacak bir yer dahi yoktu.Hepsi ayakta idi ve sonu görünmeyen o kuyrukların içinde kaybolmuşlardı.
Zamanın ayak üstü geçtiği bu yerde; gri renkli, içi hafif beyazca olan, o büyük duvar saati, 06:10’u gösteriyordu. Beton duvarların üzerindeki o kalın camların arasında , küçük bölmeden bir el uzandı.Üzerinde “67” yazılı küçük bir kağıt parçası.Kayıt merkezine gidebilirdim artık.Kirli floresan lambalardan süzülen ışıklar ,dışarıdan gelen gün ışığına karışıyordu.
Hemen önümde saçları ağarmış yaşlı birisi….nereden geldiğini anlayamadığım birkaç ses, bütün dikkatleri üzerine çekmişti.Belli belirsiz uğultuların arasından gelen bu tok sesler, saatlerce beklemekten sıkılmış iki kişinin bu kötü düzene haykırışıydı sanki…..Bir taraftan da elini ağzına götüren hemşirenin o duvardaki resmine baktım.”Sessiz olmamızı” söylüyordu; öyle ya alışmıştık artık zaman hırsızlarına, bu uzun kuyruklara, sonu gelmeyen sıralara,ilgisiz asık suratlı hemşire ve doktorlara …..devletin bu soğuk yüzüne.Adeta sabır testi idi burası…..doktora ulaşmak için insana insanlığı unutturan yollardan geçen bir ömür törpüsüydü sanki.
Ellerimde sıkıca tuttuğum evraklar belkide kayıt olmak için yeterli değildi.Kimlik fotokopisi,sağlık karnesi,kayıt sıra numarası , imza ve kaşe gerektiren diğer evraklarda hiçbir eksiklik olmamalıydı.Kayıttan sonra evrak fotokopi sırası beni bekliyordu.Bitmiyordu bu sıralar.Buranın Başhekimini, bu sıralarda zorunlu bir gün bekletsek, belkide herşey bir anda düzelebilirdi.Ama nafile yüzünü görmek dahi imkansızdı.
Nihayet , dört saat sonra muayene sırasına girebilmiştim.Yorgun ayaklarla,tükenmiş, umudu kırılmış bir şekilde doktoru bekliyorduk.Bütün bu bekleyiş on metre öteden,bacak bacak üstüne atmış bir doktorun “neyin var” sorusuyla ,tarifi imkansız bir hal almıştı.Ne işimiz vardı, burada? Bütün bu çile, ücretsiz birkaç ilaç almak içinmiydi?Hasta bedenler burada nasıl iyileşebilirdi? Galiba boşa bir uğraştı bu...ne hasta vardı ne doktor.Burası hastane değildi.Olsa,olsa hastanenin kötü bir taklidi idi!
***** ***** ***** ***** *****
2001 yılında İstanbul’da annemle birlikte gittiğimiz, adını burada zikretmeyeceğim, birbirinden pekte farksız olmayan, onlarca devlet hastanelerinden sadece birisinin içler acısı durumunu, burada anlatmaya çalıştım.14 yıl önce geçen, her birimizin anılarında kalan bu karanlık günleri unutmamak ve unutturmamak için bunları yazıyorum.
Bugün sağlıkta dönüşüm reformları ile birlikte düzelen (Acil bölümlerde hala aynı sorunlar devam ediyor) bu temel sorunların sebebi neydi? Bir defa olsun, neden hastane müdürleri veya başhekimler o çileli kuyruklarda yüzlerini göstermiyorlardı? İl veya ilçe sağlık müdürleri ne yapıyordu? Dönemin sağlık bakanı ve bürokratları neredeydi?
Halka hizmet için seçtiklerimiz ve vergilerimizle okuyan; vatan evlatları doktorlar ve taifesi nasıl olurda vatandaşa karşı bu kadar merhametsiz, ilgisiz ve kayıtsız olabilirdi? Belli bir eğitimden geçmiş beyinleri sadece temel bilgilerle doldurduğunuzda makinadan farksız olan insan modelleri ortaya çıkıyor. Sevgi, merhamet ve ahlaktan uzak beyinler, yapmış oldukları Hipokrat yeminlerinide çiğneyerek, kendi insanlarına karşı böylesine duyarsız olabiliyordu. Merhamet ve şefkat diyarı Anadolu’dan böyle köksüz fidanlar yetişebiliyordu.Bu sorunlar insanı esas almayan,ahlakla sıkıca kaynaşmamış bir eğitim sisteminin kötü bir sonucudur.Kendi özüne,milletine yabancılaşmış kadrolar, içi taşlaşmış kalpler nasıl hastasına şifa olabilirdi.
O günün çarpık zihniyeti ve yönetim kadrosunun büyük bir bölümü ,bu millet tarafından tasfiye edildi. Ancak hala bir bölümü yüzsüzce, ekranlarda boy gösteriyor. Eminim ki zamanla onlarında gerçek yüzleri ortaya çıkacak ve bu millet kendisini insan yerine koymayan bu gafil zümrelerden hesabını soracaktır.
14 yıl öncesinde yaşadığımız sağlık sorunu için ne acıdırki mısralar dahi yazılmış;
“Uçsuz bucaksız hastane kuyrukları,
ölümün kol gezdiği, muayene odaları
ve pislik ve kan ve gözyaşı.
Unutma !!!!
ölümün kol gezdiği, muayene odaları
ve pislik ve kan ve gözyaşı.
Unutma !!!!
Toplumsal hafızamızın zayıf olduğunu dikkate alırsak,milletçe bize yapılan bu zulümleri çok çabuk unutuyoruz. Bunun içindir ki ,yaşadığımız kötü hayat tecrübelerini tekrar ,tekrar yaşıyoruz.Bu bizim toplum olarak en büyük zaafımızdır.Sağlık reformuyla birlikte gelen randevu sistemi, tek kimlik dönemi,ışıklı numaratörler, klimalı bekleme alanları vb. yeniliklerler, bu sorunların büyük bir bölümünü geride bırakmasına rağmen hala o eski dönemin kalıntıları tam olarak temizlenemedi. Günümüzde, devlet hastanesi acillerindeki yüzlerce hastayla ilgilenmek zorunda kalan birkaç doktorun ayaküstü çabaları bize o günleri hatırlatıyor.Bunun için bir umut gibi gözüken şehir hastaneleri belki köklü bir değişimi beraberinde getirebilir.
Özetle; herşeyin en güzeline ve en iyisine layık olan insanımıza değer vermeyen , bütün bu kötü anıları yaşatan beceriksiz yöneticileri unutmayalım!Vatan toprağı kadar kutsal olan kendi öz benliğimize yapılan bu saldırıları unutmayalım. Hafızalarımız, geçmişin kötü anılarını gözlerimizin önüne getirmeli ki; bugünümüz ve geleceğimize yön verecek yöneticileri daha iyi seçebilelim. ” İnsanı sev ki, devlet yaşasın.” temel ahlak prensibine göre yetiştirilecek beyinler; ancak bu milletin dertlerine layıkıyla şifa olabilir.
Sağlık dolu günlerle!
vurmaz29
9 yıl önce
tebrikler
Cevapla
Beğendim (0)
Beğenmedim (0)
2
az bulutlu
Namaz Vakti
26 Kasım 2024
İmsak | 05:45 | ||
Güneş | 07:14 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:43 | ||
Akşam | 17:05 | ||
Yatsı | 18:29 |