29.12.2011, 08:32
AZICIK KURCALADIM
At izini it izine karıştırarak ortalığın toz dumana boğulmasıyla kendilerine menfaat sağlamayı düşünenlere gün doğmuştur. Dolayısıyla bunlara karşı itidalli olmak ve olayları sakin sabırlı bir şekilde iyice analiz etmek gerekir, diye düşünüyorum. Ve düşündükçe yoğunlaşan duygularımın vücut kimyamı bozduğunu hissetim. Ve dengemi kaybettiğimden ayağa kalkamıyor ve daralıyordum. Adeta nefes alamıyorum. Sanırım doğru tabir bu olsa gerek, “nefes alamamak.” Bu yüzden yüreğim sıkışıyordu Böyle bir daralma ve sonucunda nefessiz kalmanın verdiği hezeyan içinde bir taraftan da inadına yazmaya çalışıyorum. Bu kadar zorlanabileceğimi ve bu kadar soluksuz kalabileceğimi hiç düşünmemiştim.
Gelişen olaylar öyle ki üzerime, üzerime geliyor. İşte böyle bir duygu yoğunluğu içindeyken, kendimi mantık ve nefis mücadelesi içinde buluyorum bir an. Sanırım öncelikle olaylarda neyin mantığa uygun veya neyin nefse uygun olduğunu yakalayabilmeliyim ki doğru sonuca ulaşabileyim. Şimdi düz mantıktan bakacak olursak, hani kötü bir laf vardır “sana değmeyen yılan bin yıl yaşasın.” Olaylara buradan bakarsak nemelazımcılık öne çıkıyor ve nefsinde hoşuna gidiyor. Dünya işleri ile uğraşmak ve seni insan yapan hasletlerden uzak tutmak. Burada nefsin ve düz mantığın kader birliği ortaya çıkıyor. Aslında mantık bizi doğrulara yönlendirmeli ve yılanın mutlaka bizi bir gün sokacağı gerçeğine götürmelidir.
Tam da bu noktaya gelmişken, birey olarak, toplum olarak, Millet olarak ve Ülke olarak üzerimize düşen vazifelerin yerine getirilmesi hususunda azami gayret gösterilmelidir düşüncesi öne çıkıyor. Bu düşünceden hareketle, Gümüşhane’mizin ve dolayısıyla Ülkemizin hassasiyetlerini bilen nitelikli insanlarımızın bir araya gelmesinin de ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Gümüşhane içinse bu gün geldiğimiz noktada da (Bir–iki cılız çıkış hariç.) maalesef bu düşüncenin çok uzaklarında olduğumuzu söylemek sanırım abesle iştigal gibi algılanmaz.
Burada sorunların hepsini ele almak ve nefis – mantık konusunda felsefe yapmak mümkün olmadığından sadece bizi ilgilendiren kısmını bir–iki misalle ele alarak buna göre bir değerlendirme yapmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Bu durumun en açık misallerini STK’larımızda görüyor ve yaşıyoruz. Bunu yalnız ben değil çevremdeki herkes söylüyor. Ama ne var ki, söylemler ile ortaya konan davranışlar farklı olunca da sorunun çözülebilmesi bir yana tam aksine çözümsüzleşerek adeta kangrene dönüştüğünü gözlemliyoruz. Bunu en sade insanımızdan en tepedeki insanımıza kadar görebilmek mümkündür. Menfaatler öne çıkınca insanlarımızda maalesef nefsin zafiyetleri baş gösteriyor. Tabii bunları söylerken içinde bulunduğum durumu gözden geçirdiğimde kendim içinde öz eleştiri yapmalıyım. Bunları söylerken gerçekçi bir yaklaşım içinde miyim? Şuan hangi noktadayım? Neredeyim? Neler yapmalıyım? Veya ne kadar gerçekçi davranabiliyorum? Bu konuda neleri göze alabilirim? Zaman içinde karşılaşacağım ve karşıma çıkabilecek zorluklara karşı durabilir miyim? V.s. gibi daha birçok soru.
Peki, ben sorduğum ve sormadığım sorularım için olumlu eylemleri ortaya koyduğumu varsayımdan hareket edersek, kimler için yapacağım bunu? Etrafımda buna değer birileri olacak mı? Yoksa etrafımda sadece kalabalık yapan gölgelerden ibaret mi kalınacaktır? Bunu birebir yaşamış biri olmamdan dolayı bu endişelerimi de dile getirmeden de edemedim. Çünkü şuana kadar edindiğim tecrübelerin ışığında söyleyebilirim ki, etrafımda bu konuda hassasiyeti olanları sayı ile belirtirsem iki elin parmak sayısı kadar ancak çıkabiliyor. Bunu söylerken öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bu tespitimde herkesi kastetmediğimi, sadece kendi çevremle alakalı olduğudur. Dolayısıyla herhangi bir yanlış anlama ve algılama olmasını da istemem.
Ama ne kadar acıdır ki bazılarımız ortalığın toz duman olmasını fırsat bilip sırf egolarını tatmin için eline geçirebildiği her türlü imkânı kendi adına pervasızca kullanıyor. Ve bunu yaparken de hiçbir beis görmüyor.
Eğer yaşıyorsak ve ortak paydalarımızda beraber olmak gibi durumundaysak, söylenmesi gerekenler elbette söylenmelidir. Bu söylenenlerin insanlarımızın şahsiyetleri ile ilgisi yoktur ve olmamalıdır. Ancak şahsiyetlerini olayların içine taşıyanlara dokunuyorsa ona yapabilecek bir şey de yoktur. Ortak paydadalar konusunda dile getirilen söylemlerden rahatsızlık duyup onu kişiselleştirerek şahsıyla alakalıymış gibi algılayıp karşı tepki verenler sonuçlarına katlanmak zorundadırlar. Böyle yapanlar var mı? Maalesef var.
Diyeceksiniz ki fazla kurcalıyorsunuz her şeyi. Kurcalanmalı ve kurcalamalıyız. Ki, gerçekler ancak böyle ortaya çıkabiliyor. Konu buraya gelmişken çok uzatmadan bir misal vererek yazıyı sonuçlandıracak olursak;
Seçilen bir STK başkanı, kurumun karar ve kayıt materyallerini ve diğer dokümanları yönetim kurulundan saklayıp hiç toplantı yapmadan STK’yı genel kurula götürüp sonra hiçbir şey olmamış gibi davranıp tekrar başkan aday olmasının tanımlaması nasıl yapılır? Ve aynı şahsın, başkanlığını devam ettirebilmek adına türlü entrikalar çevirerek sahte üye kaydı yapması, fason dernekler kurması gibi hareketleri nasıl izah edilebilir? Şahıs bu davranışları kime karşı ve ne adına yapmıştır? Veya kim adına yapmıştır? Hoş olmayan ve insani hasletlere yakışmayan hareketlerle elde edilmiş başkanlığın devamında aynı nahoş hareketlerini sürdürüyor olan birine karşı hiçbir tepkinin verilmemesi ve sessiz kalınması bir yana desteklenerek ondan taraf olunmasının anlaşılabilmesinin izahı, sanırım insani hasletlerin sınırlarını aşan nefis ile mümkündür. Ne kadar üzücü ve esef verici bir durum. Ancak böyle bir durumun verdiği acıdan daha çok vahameti ve garabeti ise bulundukları mevkileri siyaseten kullanıyor olmalarıdır.
Gelişen olaylar öyle ki üzerime, üzerime geliyor. İşte böyle bir duygu yoğunluğu içindeyken, kendimi mantık ve nefis mücadelesi içinde buluyorum bir an. Sanırım öncelikle olaylarda neyin mantığa uygun veya neyin nefse uygun olduğunu yakalayabilmeliyim ki doğru sonuca ulaşabileyim. Şimdi düz mantıktan bakacak olursak, hani kötü bir laf vardır “sana değmeyen yılan bin yıl yaşasın.” Olaylara buradan bakarsak nemelazımcılık öne çıkıyor ve nefsinde hoşuna gidiyor. Dünya işleri ile uğraşmak ve seni insan yapan hasletlerden uzak tutmak. Burada nefsin ve düz mantığın kader birliği ortaya çıkıyor. Aslında mantık bizi doğrulara yönlendirmeli ve yılanın mutlaka bizi bir gün sokacağı gerçeğine götürmelidir.
Tam da bu noktaya gelmişken, birey olarak, toplum olarak, Millet olarak ve Ülke olarak üzerimize düşen vazifelerin yerine getirilmesi hususunda azami gayret gösterilmelidir düşüncesi öne çıkıyor. Bu düşünceden hareketle, Gümüşhane’mizin ve dolayısıyla Ülkemizin hassasiyetlerini bilen nitelikli insanlarımızın bir araya gelmesinin de ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Gümüşhane içinse bu gün geldiğimiz noktada da (Bir–iki cılız çıkış hariç.) maalesef bu düşüncenin çok uzaklarında olduğumuzu söylemek sanırım abesle iştigal gibi algılanmaz.
Burada sorunların hepsini ele almak ve nefis – mantık konusunda felsefe yapmak mümkün olmadığından sadece bizi ilgilendiren kısmını bir–iki misalle ele alarak buna göre bir değerlendirme yapmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Bu durumun en açık misallerini STK’larımızda görüyor ve yaşıyoruz. Bunu yalnız ben değil çevremdeki herkes söylüyor. Ama ne var ki, söylemler ile ortaya konan davranışlar farklı olunca da sorunun çözülebilmesi bir yana tam aksine çözümsüzleşerek adeta kangrene dönüştüğünü gözlemliyoruz. Bunu en sade insanımızdan en tepedeki insanımıza kadar görebilmek mümkündür. Menfaatler öne çıkınca insanlarımızda maalesef nefsin zafiyetleri baş gösteriyor. Tabii bunları söylerken içinde bulunduğum durumu gözden geçirdiğimde kendim içinde öz eleştiri yapmalıyım. Bunları söylerken gerçekçi bir yaklaşım içinde miyim? Şuan hangi noktadayım? Neredeyim? Neler yapmalıyım? Veya ne kadar gerçekçi davranabiliyorum? Bu konuda neleri göze alabilirim? Zaman içinde karşılaşacağım ve karşıma çıkabilecek zorluklara karşı durabilir miyim? V.s. gibi daha birçok soru.
Peki, ben sorduğum ve sormadığım sorularım için olumlu eylemleri ortaya koyduğumu varsayımdan hareket edersek, kimler için yapacağım bunu? Etrafımda buna değer birileri olacak mı? Yoksa etrafımda sadece kalabalık yapan gölgelerden ibaret mi kalınacaktır? Bunu birebir yaşamış biri olmamdan dolayı bu endişelerimi de dile getirmeden de edemedim. Çünkü şuana kadar edindiğim tecrübelerin ışığında söyleyebilirim ki, etrafımda bu konuda hassasiyeti olanları sayı ile belirtirsem iki elin parmak sayısı kadar ancak çıkabiliyor. Bunu söylerken öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bu tespitimde herkesi kastetmediğimi, sadece kendi çevremle alakalı olduğudur. Dolayısıyla herhangi bir yanlış anlama ve algılama olmasını da istemem.
Ama ne kadar acıdır ki bazılarımız ortalığın toz duman olmasını fırsat bilip sırf egolarını tatmin için eline geçirebildiği her türlü imkânı kendi adına pervasızca kullanıyor. Ve bunu yaparken de hiçbir beis görmüyor.
Eğer yaşıyorsak ve ortak paydalarımızda beraber olmak gibi durumundaysak, söylenmesi gerekenler elbette söylenmelidir. Bu söylenenlerin insanlarımızın şahsiyetleri ile ilgisi yoktur ve olmamalıdır. Ancak şahsiyetlerini olayların içine taşıyanlara dokunuyorsa ona yapabilecek bir şey de yoktur. Ortak paydadalar konusunda dile getirilen söylemlerden rahatsızlık duyup onu kişiselleştirerek şahsıyla alakalıymış gibi algılayıp karşı tepki verenler sonuçlarına katlanmak zorundadırlar. Böyle yapanlar var mı? Maalesef var.
Diyeceksiniz ki fazla kurcalıyorsunuz her şeyi. Kurcalanmalı ve kurcalamalıyız. Ki, gerçekler ancak böyle ortaya çıkabiliyor. Konu buraya gelmişken çok uzatmadan bir misal vererek yazıyı sonuçlandıracak olursak;
Seçilen bir STK başkanı, kurumun karar ve kayıt materyallerini ve diğer dokümanları yönetim kurulundan saklayıp hiç toplantı yapmadan STK’yı genel kurula götürüp sonra hiçbir şey olmamış gibi davranıp tekrar başkan aday olmasının tanımlaması nasıl yapılır? Ve aynı şahsın, başkanlığını devam ettirebilmek adına türlü entrikalar çevirerek sahte üye kaydı yapması, fason dernekler kurması gibi hareketleri nasıl izah edilebilir? Şahıs bu davranışları kime karşı ve ne adına yapmıştır? Veya kim adına yapmıştır? Hoş olmayan ve insani hasletlere yakışmayan hareketlerle elde edilmiş başkanlığın devamında aynı nahoş hareketlerini sürdürüyor olan birine karşı hiçbir tepkinin verilmemesi ve sessiz kalınması bir yana desteklenerek ondan taraf olunmasının anlaşılabilmesinin izahı, sanırım insani hasletlerin sınırlarını aşan nefis ile mümkündür. Ne kadar üzücü ve esef verici bir durum. Ancak böyle bir durumun verdiği acıdan daha çok vahameti ve garabeti ise bulundukları mevkileri siyaseten kullanıyor olmalarıdır.
2
az bulutlu
Namaz Vakti
25 Kasım 2024
İmsak | 05:44 | ||
Güneş | 07:13 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:43 | ||
Akşam | 17:05 | ||
Yatsı | 18:29 |