Yeniçeri'den Paris Cinayetleri Açıklaması
Milliyetçi Hareket Partisi Ankara milletvekili hemşehrimiz Prof.Dr.Özcan Yeniçeri, Paris'te İşlenen Cinayetlerle İlgili olarak basın toplantısı düzenledi.
MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri’nin 16.01.2013 Tarihinde İmralı Görüşmeleri, Başbakan Erdoğan’ın Sözleri ve Paris’te İşlenen Cinayetlerle İlgili olarak Yaptığı Basın Toplantısının Metnidir
İmralı ve Manzara-i Umumiye
Örgütlü ve silahlı terörün İmralı’daki başıyla başlatılan görüşmeler ardından Türkiye’deki siyasetin kimyası bozuldu. Hükümet, medya, STK’lar, siyasi ve kültürel odaklar ifrattan tefrite, bir uçtan diğer uça savrulan bir tereddüt içinde davranmaya başladılar.
Kamuoyu silahlı teröristler ülkeyi terk edecek, sonra da silah bırakacak, barış ortamı teşekkül edecek ve kan dökülmeyecek beklentisi içine sokulmuştur. Barışın kapının ağzında olduğunu Öcalan’ın bir hamlesiyle huzur ortamının teşekkül edeceği yönünde bir algı yaygınlaştırılmıştır. Türkiye bir baştan diğerine sanal bir barış ve sahte bir iyimserlik havasıyla doldurulmuştur..
Önce MİT başkanı Hakan Fidan’ın, ardından BDP’li vekillerin daha sonra da Öcalan’ın kardeşinin sözleri basında manşet olmaya başlamıştır. AKP Hükümeti, terör konusunda Öcalan’ın ağzının içine bakmaktadır.
Başbakan Erdoğan, Türkiye’deki bütün STK’ları, medyayı, kurum ve kişileri kendisi gibi düşünmeye, terör örgütünün başı ile yapılan görüşmeleri desteklemeye çağırmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın taraf olmayanları bertaraf ettiğini düşünen bazı medya patronları da İmralı’yla yapılan görüşmelere yapıcı katkı sunmak için çalışanlarına talimat vermektedirler. Hükümet bütün Türkiye’yi tek sesli, teslimiyetçi, pazarlıkçı, alttan alan, taviz veren, ülkenin birliğinin ve bütünlüğünün altına dinamit koyan bu süreci desteklemeye çağırmaktadır.
Başta hükümet olmak üzere bütün medya İmralı’daki zatın ağzından çıkan ya da çıkması muhtemel sözlerine olmadık anlamlar yüklemeye başladılar. Hükümet Öcalan’ın televizyon seyretmesi için gerekli adımları da attı. Bülent Arınç, Öcalan’ın hangi televizyon kanallarını seyredeceğini büyük bir vukufiyetle de açıklamış bulunmaktadır.
Başbakan’ın tabiriyle nereden nereye gelindi. Hayaldi gerçek oldu!
Vatan bir bütündür parçalanamaz!
AK Parti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni terör örgütünün başıyla muhatap etmesine CHP açık kredi vererek, BDP ise alkışlayarak onaylamıştır. Böylece AKP ve CHP’nin terör meselesini çözmenin tek yolunun teröristlerin taleplerini bir biçimde karşılamaktan geçtiğine inandıkları anlaşılmaktadır. Bu iki partiye göre terörün durması için ne gerekiyorsa yapılmalıdır!
MHP terör örgütü ya da uzantılarıyla, genel affı, örgüt elebaşının ev hapsine alınmasını, Türkiye Cumhuriyeti devletinin idari yapısını, yerel yönetimlerin güçlendirmesi adı altında demokratik özerkliği, anayasayı, Türk milleti kavramını, eğitim dilini, bağımsızlığını ve egemenliğini tartışılamayacağını savunmaktadır.
MHP, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bir bütün olduğunu ve asla bu bütünlük üzerinde hiç kimsenin tasarruf yapma hakkı olmadığını düşünmektedir.
Güneydoğu’da otuz yıldır devlete ve millete silahla bir “Kürt Sorunu” olduğunu göstermek için terör yapan örgüt bunu, sonunda AKP ve CHP’ye kabul ettirmiş bulunmaktadır. Kürt Sorunu denilen kavramın KCK sözleşmesinde ifade edildiği gibi Türkiye’nin parçalanması sorunu olduğu açıkça ortaya çıkmış durumdadır.
MHP, Terör örgütü karşısında Türk milletinin, devletinin ve kültürünün küçük düşürülmesi kabul edilemez demektedir.
1919’da Milli Mücadeleye Karşı Olanlar Bugün MHP’ye Karşı Kenetlenmiştir
Bir zamanlar Anadolu’nun kurtuluşunu sağlamak için harekete geçen Mustafa Kemal ve Milli kuvvetlere karşı söylenenler şunlardır:
Yazar Refi Cevat Ulunay: “Türkler kendi güçleriyle adam olamazlar. İngilizler elimizden tutup bizi kurtaracak…/…Tek çarenin galiplerle uyuşmak ve anlaşmak olacağı bu kafasızlarca ne zaman anlaşılacak”.
İzmir Valisi Kambur İzzet’in genelgesi: “Yunan kuvvetlerinin özel bir tören ve sevgiyle karşılanması uygundur”.
Damat Ferit Paşa; Padişah ve benim yegâne ümidimiz Allah’tan sonra İngiltere’dir.
Ali Kemal; “Avrupa ile başa çıkmayı, asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi başardı ki biz başarabilelim…Bu ülkedeki yabancı askerler, teşkilat-ı milliyedden bin kere daha iyidir.
Delibaş Mehmet: Kim Kemalci milliyetçilerle bir olursa, Yunan’a karşı gelirse şeran kafirdir.
Teal-i İslam Derneği; Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası kopartılacak muhlukat Ankara’dadır. Kuvay-ı milliyeciler kudurmuş hayvandır.
Çamur Deryasında Oyalananlar!
Teslimiyetçi ve İmralı’daki teröristbaşı Öcalan önünde devlete diz çöktüren Başbakan Erdoğan MHP’ye yönelik olarak; “Biz MHP Genel Başkanı ve arkadaşlarına içine düştükleri çamur deryasında iyi oyalanmalar diliyoruz” demiştir.
Başbakan Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını ve Türk milletinin birliğini, vatanın bölünmez bütünlüğünü savunan insanlara “çamur deryasında” oyalananlar olarak hakaret etmesi suçüstü yakalanma telaşıdır.
Bu noktada Başbakan Erdoğan’a seslenmek zorunluluk olmuştur:
Sayın Başbakan;
Gerçek çamurda oyalananlar, Oslo’da devleti ve milleti pazarlık konusu edenler, Habur’da teröristler için seyyar mahkemeler kuranlar, BOP’da ABD ile eş başkanlık yapanlar, Zinayı Avrupa’nın ihtiyaçlarına uygun hale getirenler değil midir?
Sayın Başbakan;
AKP’nin devleti muhatap ettiği İmralı’daki kitle katliamcısı tarafından şehit edilen Mehmetçiklerin hukukunu savunmak ne zamandan beridir “çamur deryasında” oyalanmak olarak adlandırılır olmuştur?
Sayın Başbakan;
Vatanın bölünmez bütünlüğünü savunmak çamur deryasından oylanmak mıdır?
Sayın Başbakan;
Gerçek çamur deryasında oyalanmak, Türk halkını “biz görüşmüyoruz…devlet görüşüyor” şeklinde tevillerle yanıltmak değil midir?
Sayın Başbakan;
Terör örgütü mensuplarıyla görüşen BDP’lilere yönelik olarak “Fezleke hazırlayıp, gereğin yapmazsak Allah da bu halk da bizi affetmez” diyen sizsiniz. Bu terör örgütü mensuplarıyla görüşenleri, Allah da halk da affetmiyor da terör örgütü lideriyle görüşmeyi Allah’ın da halkın da affedeceğini mi düşünüyorsunuz? Gerçek çamurda oyalanmak, dün söylediğinin bugün tersini yapmak değil midir?
Sayın Başbakan;
“Ben olsam asardım” dediğiniz, bir kitle katliamcısını bizzat kendinizin muhatap alması ya da aldırması, en hafif tabirle söyleyelim “çamurda oyalanmak” değil midir?
Sayın Başbakan;
Siz Öcalan’la doğrudan ya da dolaylı olarak görüşebilirsiniz, sizi korkudan ya da iradesiyle destekleyen çok sayıda kişi ya da kurum da destekleyebilir.
Şehit Mehmetçiklerin katilleriyle, Türkiye’nin varlığının ve birliğinin düşmanlarıyla yaptığınız ya da yaptırdığınız görüşmelerden dolayı sizi suçluyoruz ve suçlamaya devam edeceğiz!
MHP tek başına da kalsa hem Ebu Cehiller’le hem de Ebu Cehillerin yandaşlarıyla mücadele etmeye devam edecektir!
Bu böyle biline!
Değerli Basın Mensupları!
-Kan dökülmesin, şehitler gelmesin, anneler ağlamasın, barış ve kardeşlik ortamı teşekkül etsin, kaynaklar terörle mücadele için heba olup gitmesin vb. ‘Bunun için gerekirse şeytanla bile oturulup konuşulur’ diyerek Öcalan’la görüşmeyi savunanlar, yanılıyor!
-Aksine İmralı ile yapılan görüşmelerle daha fazla kan, daha çok gözyaşı, daha vahim şiddet ve daha büyük kaynak kaybıyla sonuçlanacak türden adımlar atılmış oluyor. Nitekim Oslo’da başlayan ve Haburla biten açılım süreci de ayın söylemlerle sürdürüldü. O sürecin sonucunda yüzlerce vatan evladı PKK’nın saldırıları sonucunda hayatını kaybetti. Açılım dolaysıyla terörle mücadelede gösterilen gevşeklik yüzlerce şehit verilmesine neden olmuştur. KCK ve DTK’da bu gevşeklikten beslenerek örgütlenmiştir.
Verilen şehitlerden terörle mücadele edecek yerde Oslo’da açılım yapanlar doğrudan sorumludur.
-İmralı’da yapılan görüşmeler, PKK terör örgütünün Kandildeki kadrolarını yeni süreçte daha da cesaretlendirecek, umutlandıracaktır. PKK terör örgütünün Avrupa ve Kandil’deki lider kadrosu hapishanede tutulan bir adamın iradesinin kendilerini bağlamayacağını dolaylı şekillerde belirtmiş durumdadır. Örgüt mensupları, Türkiye Cumhuriyetinin terörü karşısında “denize düşenin yılana sarılır” çaresizliği içinde İmralı’daki mahkûma sarılmasını devletin güçsüzlüğü ve zafiyeti olarak göreceklerdir.
-Terör örgütü mensupları terör yaptıkça kendilerinin daha çok ciddiye alındığını, amaçlarına ulaşmanın yolunun terör yapmaktan geçtikleri kanaatine ulaşacaklardır. Kanlı eylemlerine fırsat buldukça devam edebileceklerdir!
-İmralı görüşmeleri sürerken PKK’nın yüz kişiyi aşkın militanıyla Karataş karakoluna saldırması anlamlıdır. Ardından Zap kampından Türkiye’ye gelmek üzere harekete geçen bir terörist guruba TSK, altı savaş uçağıyla müdahale etmiştir. Bu olayların Paris’te üç PKK’lı kadının öldürülmesiyle bir arada düşünüldüğünde İmralı’daki hükümlüyle yapılan tartışmalar lakırdıdan öteye bir etkisinin olamayacağını gösterir.
Bu sürecin Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamaya, bölmeye ve ayrıştırmaya götüreceği, Devletin terör örgütüyle muhatap edilmesinin kabul edilemez olduğu, teröristlerin taleplerine teslim olarak terörün önlenemeyeceği açıktır.
-Başbakan Erdoğan, terör yangınını söndürmek için su yerine benzin döken kötü itfaiyeci gibi davranıyor. Söndürmek için döktüğü benzin terör yangınını daha da alevlendirecektir.
Paris’te Öldürülen Üç PKK’lı…
PKK terör örgütünün Paris’teki mensuplarından üç kadın, örgütün büro olarak kullandığı bir binada öldürüldü. Bunları öldürenler üzerine çok senaryolar üretildi, yorum üstüne yorumlar yapıldı. Bülent Arınç, “böyle bir ölümü hak etmemişlerdi. Üzüldüm” anlamına gelen sözler etti.
Ardından medyada bu üç PKK mensubuna karşı bir güzelleme, övgüler düzme ve kahramanlık masalları sıralama yarışması başladı.
Bu kişiler, terör örgütünün kurucularındandır, Avrupa’dan Kandil’e militan devşirmektedirler, PKK’ya finansman sağlamakta ve Avrupa Parlamentosunda PKK’yı meşrulaştırmak için düzenlenen toplantıların organizatörlük yapmaktaydılar.
PKK’lı katillerin kullandığı silahları ve mermileri bunlar temin etmişlerdir. PKK’nın döktüğü kanda bunların payları vardır.
Terör kuralsız şiddettir. Yasası, ilkesi ve değeri yoktur. Terörü besleyen herkes gün gelir beslediği terörün kurbanı olur. Bu kişiler Frankeştayn gibi PKK terörü ve terörizmine kendilerini adamışlar ve sonucunda mukadder akibete uğramaktan kendilerini kurtaramamışlardır.
Bu kişilerin cenazelerinin Türkiye’ye getirilmesi, toplumun ve müzakereci iktidar yetkililerinin “aman bir provokasyon çıkmasın!” diye çağrıda bulunması da ilginçtir. Hayatları provokasyon yapmakla geçmiş insanların cesetlerinin provokasyon ve saldırı aracı olarak kullanılması da doğal bir durumdur.
Bu kişilerin cenazeleri bölmek ve parçalamak istedikleri Türkiye’ye getirilerek toprağa verilmesi de garip bir tecellidir.
AKP hükümetinin bu kişiler için tören yapılması izni vermesi de vahim bir durumdur.
Madem Türkiye’nin birliğine ve bütünlüğüne düşman olanlara Türkiye’de defnedilme izin veriyorsanız, sessiz sedasız bir biçimde bunun yapılması gerekiyordu.
Hükümet adeta devlete meydan okuyun, gövde gösteri yapın diye şatafatlı törenler düzenlemesine izin veriyor! Sonra da dönüm “lütfen provokasyon yapmayın” diyor. Bu AKP’ye özgü iş bilmezlik, beceriksizlik ve yetersizlik örneğidir.
CHP’li Hüseyin Aygün’ün bu kişilerin evlerine giderek, PKK bayrakları altında görüntü vermesinin değerlendirmesini yapacak olanlar da onlardır.
Çengiz Çandar’ın, Paris’te öldürülen bu üç PKK’lıyı rahibe gibi tarif etmesi de nedensiz değildir. Çandar’ın PKK’lıyı şöyle anlatıyor: “Bembeyaz dişlerini açıkta bırakan sürekli gülümser haliyle, kıvır, kıvır saçlarının altında sımsıcak bakan gözleriyle insanın içini ısıtıveren, alçakgönüllü ve son derece hareketli, sevimli, candan bir genç kız olarak canlandı hafızamda”.
“Kör ölür badem gözlü olur” diye Türkçe’de bir söz vardır, tam da böyle durumlar için söylenmiştir.
Bir süre önce Öcalan’ın geçmişine atıfta bulunarak “dininde diyanetinde” bir insan olduğunu, onu dağa çıkartanın “çocuktan katil çıkaran sistem” olduğuna vurgu yapanlar burada bir kez daha nüksetmiştir.
Meğerse bu ülkede ne kadar çok Öcalanperest, terörist sever varmış da milletin haberi yokmuş!
O, PKK’lıların öldürdükleri ya da öldürülmesine katkı sundukları Mehmetçik’ler, köylüler, kadınlar ve çocuklar için bu malum yazar/çizer takımının kaleminden tek bir satır yazı çıkmaması da bu zatların ne yapmak istediklerini ortaya koyar niteliktedir.
Eski Marksist, cuntacı, Filistin kamplarında eğitim görmüş bu kimseler neoliberal olunca böyle oluyor. Kraldan çok kralcı, PKK’lıdan daha çok PKK’lı kesilmelerinin nedeni de bu olsa gerek. Fikir inşa süreçleri PKK’ya Övgü-TSK’ya sövgü üzerine kuruludur.
Öldüren Kucaklama
“Öldüren Kucaklama” tabiri, öldürene kadar sevmek, sonra da ‘kullanıp atmak’ anlamında kullanılmaktadır. Cüneyt Zapsu’nun, ABD’lilere Erdoğan’ı “süpürmeyin kullanın” derken böyle bir ilişkiden söz ediyordu.
ABD’li tarihçi Tarpley, bu bağlamda olmak üzere AKP iktidarının Amerika ve İngiltere’yle olan ilişkilerini ‘öldüren kucaklama’ olarak tarif ediyor. Tarpley, İngiliz ve Amerikalıların Türkleri öldürene kadar seveceklerini söylüyor. ABD’nin Türkiye’yi Suriye’ye karşı kullanacağını ve meydana gelen çatışmanın modern Türkiye’yi yok etmek için kullanacaklarını iddia ediyor.
Taprley, Simon Hersh’in şu görüşlerini de iddialarının gerekçesi olarak ortaya koyuyor: PKK, CIA’nın desteklediği bir örgüttür. CIA, PKK’yı İran’a karşı kullanmaktadır.
Yakın geçmişte Fransa’da Cumhurbaşkanı Mitterand’ın eşi Danielle Mitterand PKK’nın koruyucu azizesiydi. Bir yıl önce, İsrail Dışişleri Bakanı Liberman Mavi Marmara’daki davranışından dolaya Türkiye’yi cezalandırmak için İsrail’in PKK’yı destekleyeceğini söyledi. NATO’nun Yunanistan aracılığıyla PKK’yı desteklediği haberleri vardı.
Taprley’in analizine bölge ülkeleriyle Türkiye arasında yaşanan gerilim ilave edildiğinde durumun vahameti ortaya çıkıyor. Türkiye’nin Suriye ile olan ilişkileri karşılıklı ajitasyonlara varacak boyutun da ötesine geçmiştir. Irak’taki Maliki hükümeti Türkiye’ye yönelik tehdit savurur haldedir. İran ise neredeyse “ilk hedef Türkiye” demektedir. Bu üç ülke de Türkiye’nin en zayıf yanı olan PKK üzerinden Türkiye’yi vurmaktadır.
Taprley, Türkiye’nin kevgire dönmüş olan istihbaratını, Başbakan’ın resmi konutunda dahi dinlemek amaçlı olarak yerleştirilmiş “böcek” konusuna girmiyor. Taprley, Türkiye’nin Güneyindeki ABD‘nin faaliyetlerini ve manzarayı şöyle anlatıyor: “Türkler, güney bölgelerinin tamamını CIA’ya devrettiler. Oralarda CIA başıboş, kontrolsüz dolaşıyor. İskenderun otellerinde CIA cirit atıyor. Oteller El-Kaide teröristleri ile dolu. CIA Adana yakınlarındaki İncirlik üssünden, bölgeye getirdikleri teröristleri kullanıyorlar. Bunun Türkiye’ye dönüş feci olacak” diyor.
Türkiye, kendisini ilgilendiren çok yönlü, çok faktörlü, çok aktörlü ve çok boyutlu gelişmeleri izlemek ve gerekli önlemleri almak yerine, eskilerin tabiriyle idare-i maslahat ederken yabancı istihbarat servisleri icray-ı sanatına devam ediyor.
Türkiye medyası Öcalan güzellemeleriyle meşgul, İmralı’daki hükümlü “barış havarisi” olarak ilan edilmiştir. PKK ‘ha silah bıraktı, bırakacak’, ‘PKK, silahlı güçlerini Türkiye’den çekti çekecek’ söylemleri almış yürümüşken Kandil ‘güç bende’ mesajı veriyor. Tam da bu sırada yüz kişiyi aşkın teröristiyle Karataş Karakoluna saldırıyor. Bir başka haber de şöyledir: Irak’ın kuzeyindeki Zap Kampı’ndan kalabalık bir PKK’lı grubun Türkiye’ye sızmaya çalıştığı tespit edilmesi üzerine, TSK sınır ötesi hava operasyonu düzenliyor. İmralı ile görüşmeciler silahlı PKK güçlerinin sınırın ötesine geçeceği iddialarında bulunurken Kuzey Irak’tan PKK’lılar silahlarıyla birlikte Türkiye gelirken hava harekâtına muhatap oluyor!
Bu durumda bilumum İmralı işbirlikçileri hem kendilerini yanıltıyor hem de halkı aldatıyorlar.
ABD’yi deniz ya da su; Erdoğan’ı balık; PKK’yı karınca olarak düşündüğünüzde şöyle bir hükme varmamız mümkündür: Sular yükseldiğinde balıklar karıncaları yiyor…Sular çekildiğinde de karıncalar balıkları yiyor. Bu durumda kimin kimi yiyeceğine, balıklar ve karıncalar değil sular karar veriyor! Dahası var. Yalnız kimin kimi yiyeceğine değil, kimin silah bırakacağına da ABD karar veriyor ya da vermiyor!
İmsak | 05:43 | ||
Güneş | 07:12 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:29 |