İmralı İle Yapılan Görüşmeler
MHP ANKARA MİLLETVEKİLİ PROF. DR. ÖZCAN YENİÇERİ, İMRALI İLE YAPILAN GÖRÜŞMELERDE AK PARTİ İKTİDARININ POLİTİK TAVRI HAKKINDA BİR BASIN TOPLANTISI DÜZENLEDİ.
TOPLANTININ METNİ ŞU ŞEKİLDE;
Teröristlerin Halk Nezdindeki İmajını Düzeltmek!
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, -ikinci açılım projesinde- Öcalan özelinde dağdaki PKK’lı teröristlerin olumsuz imajını düzeltme görevini üstlendiği açıktır. Bu amaçla Bülent Arınç, Diyarbakır Emniyet Müdürünün “Dağdaki PKK’lılara ağlamayan insan değildir” sözlerine katıldığını söylemiştir. Ardından da İmralı görüşmelerinin ipuçlarını vererek “Belki de görüşülüyordur, görüşülüyor…” anlamına gelen sözler etmiştir.
Bülent Arınç ,empatileriyle (!) tartışmaları sürekli gündemde tutmuş ve “dağa çıkmanın” çok da yadırganacak bir durum olmadığını söylemiştir. Arınç, açıktan açığa PKK’lıları şartların dağlara çıkardığını, gördükleri kötü muamelenin onları yanlış yola ittiğini söylemiş ve kendisi de aynı muameleye tabi olsaydı “dağa çıkacağını” söylemiştir. Böylece yol kesen, karakol basan, mayın döşeyen teröristler, yandaş ve işbirlikçi medyanın da desteğiyle bir anda “kader kurbanı” masumlar olarak kamuoyuna sunulmuştur. Arınc’a göre; şartlar Öcalan’ı terörist yaparken, onunla birlikte olan bazı arkadaşlarını Türkiye’ye hizmet eden iyi insan yapmıştır. Suçlu Öcalan ya da örgütü değil şartlar, tesadüfler ve kaderdir.
Öcalan’a Mutlak Lider ve Barış Adamı İmajı Kazandırmak!
Başbakan Erdoğan, “dağdaki teröristlere biz ağlamayız!”, “dağla da işimiz yok” anlamına gelen sözler etmiştir. Bir süre sonra da Türk Kamuoyunda güven oluşturmak amacıyla AKP, “İdam” tartışmalarını açmış, ardından teröristlerle buluşan BDP’lilere yönelik olarak fezlekeyi gündeme getirir gibi yapmıştır.
Öcalan’ın imajını değiştirmeye yönelik operasyon Bülent Arınç’la da sınırlı kalmamıştır. AKP iktidarı, ölüm oruçlarını, Öcalan’ı bir barış adamı, sorun çözücü ve örgüte hakim bir lider pozisyonunda ortaya çıkmasını medya kampanyasıyla birlikte sağlamıştır. Böylece iktidar “Kürt Sorunu”nun çözümünde muhatabını kendi yaratmış oldu!
Öcalan gibi terör örgütü elebaşısına hem “muhataplık” hem de “barış adamı” vasfını iktidarın ölüm oruçları sırasında takındığı tutum sağlamıştır. AKP iktidarı hapishanede KCK ve diğer terör örgütü mensuplarının organize olmasına göz yummuş, terör örgütü mensuplarının ayrı ayrı hapishanelerde birbirleriyle iletişim kurmalarına imkân tanımış ve ortak hareket etmeleri sağlanmıştır.
Bu arada kamuoyu “ana dilde savunma hakkı” ve “İmralı’ya af için” ölüm orucuna yatan insanların travmalarıyla sürekli olarak meşgul edilmiştir. Medya konuyu sürekli işlemiş ve yönlendirmiştir.
Son derece profesyonel bir biçimde altmış günü aşan bir süre kamuoyu ölüm oruçları ve hapishanelerden gelmesi muhtemel ölüm haberi beklentisi içine sokulmuştur.
Bu arada Bülent Arınç, ölüm orucu tutanlara taleplerinden “ana dilde savunma hakkı”nın TBMM’ye sevk edildiği söylemiş, diğer taleplerinin de yerine getirileceği mesajını vermiştir.
Ardından da hükümet İmralı’yla doğrudan temas sağlamış ve Öcalan’dan gelen “ölüm oruçlarını bitirin” talimatıyla bir anda ölüm oruçları sona ermiştir. Bu durum Öcalan’ın liderliğini güçlendirirken, barış sağlamada AKP tarafından muhatap alınması için kamuoyu oluşturulmasında da gerekçe yaratmıştır.
Kısacası şartlar olgunlaştırıldı, kamuoyu hazırlandı ve medya desteği sağlandı Başbakan Erdoğan’a da İmralı’da “Öcalan ile görüşüldüğünü” açıklamak kaldı. O da açıkladı!
Devleti Öcalan İle Muhatap Etmek Yanlış Ötesi Yanlıştır!
Başbakan Erdoğan, bu görüşmelerin amacının “silah bıraktırma” olduğunu ve Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması ya da serbest bırakılmasının söz konusu olmayacağına dair de sözler etmiştir.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştüğü açıklandı. Hakan Fidan, “Yapılması gerekenler yapılıyor. İmralı da bu süreçteki aktörlerden birisidir. Keşke benim bildiklerimi siz de bilseniz!” dedi. Öcalan aktörlerden birisi ise ortada başka aktörler de var demektir.
Bu durumda, AKP’nin İmralı görüşmelerine bağladığı umut gerçekçi değildir!
Hakan Fidan Oslo’da da terör örgütü mensuplarıyla görüşmüştü. Oslo’da Hakan Fidan, terör örgütü mensuplarına şunu söylemişti: “Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolare edebiliyorsunuz çünkü dediğim gibi alandaki valiler emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir” diyebilir misiniz? Diye sormuştu.
Gelişmeler gösterdi ki, gerçekten terör örgütüne alan açan, onlara dost olan hatta onlar için ağlayan bürokratlar Güneydoğu’da görevlendirilmiş. “Dağdaki PKK’lılara ağlamayan insan değildir” diyen bir kişinin Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne atanması, esasen her şeyi açıklıyor.
Bu görüşmelerden Türk milletinin kaygı duyması için her türlü sebep vardır.
İktidar yetkilileri analar ağlamasın, daha fazla kan dökülmesin, daha fazla şehit gelmesin, daha fazla ekonomik kaynağı terör yok etmesin diye terör örgütüyle görüşüldüğü söylüyor!
İktidarın terör örgütü lideriyle yaptığı bu görüşmelerin, AKP’nin beklentisinin tam tersi sonuçlar çıkarırsa bu sözleri söyleyenler hangi ülkeye kaçacaklardır? Bu görüşmeler daha çok ana ağlatacak, daha fazla kan döktürecek, daha fazla şehit getirecek, daha fazla ekonomik kaynak yok edecektir. Zira önümüzde Oslo sürecinde ve sonrasında yaşananlar ile verilen kayıplar orta yerdedir.
AKP’nin terör yangınını söndürmek kullandığı su değil gerçekte benzindir. Terör hastalığını tedavi için topluma sunduğu panzehir değil gerçekte zehrin kendisidir!
AKP’nin başlattığı görüşmeler 2012 yılında terör örgütünün 1500’e yakın ölü verdiği ve çökmek üzere olduğu, örgütün büyük bozgun ve hezimet yaşadığı bir dönemde örgüte adeta can simidi olmuştur. Devletin İmralı’daki örgüt liderini muhatap alması PKK’yı büyük bir direnç ve moral şahlanışı içine sokmuştur ve sokacaktır. Yanlış zamanda yanlış insanlarla yapılan müzakere zaman ve prestij kaybettirmekten başka bir işe yaramaz. Olan biten örgütün hanesine zafer olarak yazılacaktır. Devletin güvenlik güçlerine moral ve hayatlarını kaybetmelerine neden olacaktır. Bu moral şahlanışı içinde PKK daha büyük eylemler için kendinde güç bulacaktır.
İşin bir tuhaf yanı da Başbakan Erdoğan’ın daha önce “ben olsaydım asardım!” dediği bir hükümlüyle görüşme yaptırıyor, olmasıdır!
Örgüt mensuplarıyla buluşmak suçsa örgüt lideriyle buluşmak da suçtur!
Bu gelişmelerin akabinde BDP’li iki milletvekili İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştü. Görüşme sonrası görüşme heyeti Öcalan’ın “Barış için kaybedecek bir dakika zamanımız bile yok” dediğini açıkladı. Medyada kampanyasıyla büyük bir iyimserlik içinde kamu oyuna konu intikal ettirilmiş oldu.
AKP iktidarı bir defa devleti terör örgütü ve diğer yasa dışı unsurlarla muhatap kıldığı için özünde anayasal suç işlemiştir. Bu tavır teröre meşruiyet kazandırıcı bir yaklaşımdır.
PKK’lılarla yolda buluşup, kucaklaşan BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili olarak Başbakan Erdoğan şunları söylemişti: “Biz bunlara haddini bildirmezsek Allah da halk da bizi affetmez. Teröristle sarmaş dolaş olacaksın sonra demokrasi mücadelesi veriyorum diyeceksin… Aman bunlar dışlanmasın derken BDP'nin insani değerleri çiğneyen eylemlere biz daha fazla seyirci kalamayız”.
Yoldaki terör örgütü mensuplarıyla sarmaş/dolaş olan BDP milletvekillerine haddini bildirmenin Allah’ın emri ve halkın beklentisidir, bu doğrudur. O zaman bu adamların bağlı olduğu terör örgütünün lideriyle görüşenlere haddini bildirmek Allah’ın emri ve halkın beklentisi olmaz mı?
Bu ne yaman bir çelişkidir? Yoldaki teröristlerle sarmaş dolaş olanlara haddi bildirilmezse Allah da halk da sizi affetmiyor da İmralı’da eli kanlı elebaşıyla AKP görüştüğünde Allah’ın ve halkın affına mazhar mı oluyor? Terör örgütü mensubuyla da lideriyle de görüşme aynı derecede suçtur ve BDP için uygulanacak muamele AKP’nin memurları için de aynen uygulanmalıdır ve uygulanacaktır.
Örgüt mensuplarıyla buluşmak suçsa örgüt lideriyle buluşmak daha büyük suçtur!
Olgunun bir başka yönü daha vardır. Başbakan bundan bir ay önce idamı geri getirme tartışması açmıştı. Bundan 15 gün önce de BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırılması tartışılıyordu. Önce idam gibi bir tartışmayla toplumun en ‘yaralı’ ve ‘hassas kesimi’nin duygularını kabartıp oradan da işi en uç noktaya: PKK ile müzakereye taşımak izaha muhtaç değil midir?
Eğer Abdullah Öcalan ile bir müzakere başlatılması düşünülüyorduysa, idam kararını tartışma konusu edip çocuğunu bu savaşa kurban vermiş on binlerce ailenin duygularını siyaset malzemesi yapmak ne anlama gelmektedir?
Daha 15 gün önce ‘PKK’lılarla görüştüler’ diye, AKP’nin dokunulmazlığını kaldırmaya niyetlendiği BDP’li vekilleri, yine AKP kendi eliyle Abdullah Öcalan’a götürüp görüştürmüştür.
Anayasanın altıncı maddesinin son bendi, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyor. Anayasa’da Başbakan ya da onun görevlendireceği kişiler anayasaya rağmen terörist unsurlarla Anayasayı tartışır, devleti yargılar diye yazmıyor.
Bu olur ve anlaşılır bir şey değildir!
Başbakan Kamuoyunu Yanıltıyor!
AKP’li yetkililer ısrarla, İmralı ile “Kürt sorunu”nun değil “terör sorunu”nun görüşüldüğünü, “silahların susması değil, bırakılmasının” tartışıldığını ve Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesiyle de ilgili herhangi bir hususun da görüşülmediğini söylüyorlar.
Başbakan Erdoğan, “Öcalan’la yaptırdığı görüşmelerde Öcalan’ın serbest bırakılması ya da durumunun iyileştirilmesiyle ilgili bir konunun olmadığı”nı söylüyor.
Resmen Başbakan Türk kamuoyunu yanıltıyor. Öcalan ile görüşmeler terörün bitmesi, silah bırakılması için değil “Kürt Sorunu”nun çözümü için yapılıyor.
Bu açıklamaların doğru olma ihtimali hiç yoktur. Bir defa içerideki Öcalan’ın dağlarda eylem yapan PKK’ya herhangi bir vaat ya da taviz almadan ‘silah bırakınız’ demesi düşünülümez. Öcalan’ın karşılıksız “silahı bırakınız’ demiş olsa bile onun bu sözlerini dinleyen olur mu?
Sorulması gereken soru şudur: Öcalan terör örgütüne ne karşılığında silahlarınızı bırakınız diyecektir? Öcalan böyle bir istekte bulunmuş olsa bile, hapishanedeki birinin bu tür bir söylemini kim, ne kadar, niye dinleyecektir?
Diğer yandan Öcalan’ın uzun zamandan bu yana, “Eğer muhatap ben olacaksam şartlarımın iyileştirilmesi şarttır” diye dayattığını biliyoruz. Çok açıktır ki, eğer siz hapisteki birini birinci muhatap olarak alırsanız, onun kişisel taleplerini de ciddiye almak ve yerine getirmek zorunda kalırsınız.
Bu konuda da iktidar kamu oyunu yanıltıyor!
Görüşmelerde Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesi söz konusu değilse, Öcalan PKK terör örgütüne artık eylem yapmayınız demesi için hangi sebep bulunmaktadır?
Bütün bunlara iktidar yetkililerinin akla uygun cevaplar vermesi gerekmektedir.
İktidar yetkilileri bu cevabı verecek durumda değiller!
Başbakan, milletin gözünün içine baka baka Öcalan ile “PKK’ya silah bıraktırma görüşülüyor” diyor.
Halbuki, İmralı'da geçen hafta Öcalan'la görüşen Ahmet Türk, Öcalan’ın taleplerinden bahsetmiş ve bu taleplerin devleti zorlamayacak türden olduğunu söylemiştir.
Ahmet Türk’e göre görüşmelerde Öcalan’ın belirttiği talepleri dört başlık altında ortaya koymuştur:
-Anayasa’da eşit vatandaşlık,
-Ana dilde savunma hakkı,
-KCK tutuklularının tahliyesi,
-Seçim yasasında değişiklik,
BDP eş başkanı Demirtaş da Öcalan için İmralı sistemi kalkmalı yani Öcalan ev hapsine çıkmalı ve böylece Öcalan müzakereleri yürütecek şartlara kavuşmalı, Öcalan’ın hakla ve KCK ile teması sağlanmalıdır.
Demek ki, İmralı’da görüşülen silah bıraktırma görüşmeleri değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeniden dizayn etme görüşmeleridir.
Türkiye, Savaş mı Kaybetti de Halkın Haberi Yok!
30 Ağustos 1918’de Agamemnon Adlı bir Gemide İngiliz Amiral Galthorp’la Osmanlı Delegasyonu Mondros Mütarekesi imzalanmıştı.
Padişah III. Selim’in bir ayaklanma sonucu öldüğü, ülkenin her yanında kaosun hakim olduğu, türeyen ayanların merkezi dinlemediği, her valinin başına buyruk olduğu bir dönemde padişah olan II. Mahmut ayanlarla bir araya gelerek onlarla 1808’de Sened-i İttifak adlı bir belge imzalamıştı.
İmralı görüşmeleri Mondros ateşkesindeki gibi gemi yerine Ada’da, Sened-i İttifaktaki ayan gibi Terörist başı Öcalan ile devlet arasında imzalanmaya çalışılıyor.
Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşını kaybettiği için Mondros’u imzalamak zorunda kalmıştı.
2013 yılı itibarıyla Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla İmralı adasında Terörist başı Öcalan ile görüşmeler sürüdürülüyor.
Türkiye Cumhuriyeti savaş mı kaybetti ki, bunun sonucunda terör örgütünün hükümlü lideriyle görüşüyor ve anlaşmaya varmaya çalışıyor!
Bunca şehit ve mücadele boşuna mı verildi?
Türkiye’de Fiilen İki Otorite Meydana Gelmiş bulunmaktadır!
Medyada uzun süredir “Cankaya’daki Abdullah ile İmralı’daki Abdullah” türünde başlık atanlar bunu tesadüfen yapmamışlardır. Bugün de “Türkiye’nin iki güçlü adamı: Erdoğan ile Öcalan” bu sorunu çözer şeklinde başlık atılmaktadır. Bütün bunlar, Türkiye’nin iki başlı, iki otoriteli bir yapıya doğru gittiğinin işaretleridir.
Devlet, örgütlenmiş siyasi otoritedir ve bugün İmralı’daki Devlet-Öcalan görüşmeleri, esasen Türkiye’de fiilen iki otoritenin meydana geldiğinin kanıtıdır.
Bu otorite birisi gücünü halktan, diğer silahtan almaktadır. Birisinin kaynağı kuralsız şiddet diğerinin kaynağı hukukur.
Birisinin yeri Ankara, diğerinin yeri ise İmralı’dır.
AKP, halktan aldığı egemenliği kullanma hakkını ve iktidarı, İmralı ile ortak kullanmaktadır!
Bu hem yanlış hem tehlikeli hem de iktidar olmanın yasasına aykırıdır.
İmralı’da Mehmetçik katiliyle, Türkiye’yi bölmek için örgütlenmiş suç çetesinin tepesindeki adamla devleti muhatap eden AKP, Türkiye’nin en büyük milli güvenlik sorunu haline gelmiştir.
Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüyle AKP iktidarı arasında ters orantılı bir ilişki vardır. Türkiye ya AKP iktidarından kurtulacak ya da bölünme riskiyle karşı karşıya kalmaya devam edecektir. Bunu söylemek üzüntü verici ama sorumlu bir yurttaş olarak, yaşananların başka bir anlamının olmadığını söylemek zorundayım!
İki dilli, iki yargılı, iki bayraklı, iki resmi dilli, iki milletli, özerk yapılı Türkiye ile bir ve bütünlük içinde yaşanacağını sananlar Türk milletine yalan söyleyenlerdir. Dili ayırdık, özerk yapılar kurduk, şu yasal değişiklikleri yaptık ama “bakınız Türkiye bölünmedi” bu hezeyandır, diyenler var. Her şeyin bir zamanı, süreci ve mayalanması olduğu gibi bölünmenin de bir zamanı vardır!
İmralı’yla Görüşme ve Hesaba katılmayan Gerçekler
1-İktidar “terörle bir yere varılmaz” sözünü, terörist başını meşru bir muhatap olarak almak suretiyle tamamen geçersiz kılmıştır. Türkiye’de bu aşamadan sonra terörle değil terörsüz bir yere varılamayacağı düşüncesi geçerli olacaktır.
2-Öcalan’ı terörün yok edilmesi ve silah bıraktırma konusunda kadir-i mutlak görmek yanılgıdır.
AKP İktidarının Açılımcı ve Sürekliliği Olmayan Siyasetinden Endişe Duymak İçin Yeterli Sebep Vardır!
AKP, Kıbrıs sorunun çözülmesini engelleyen hususun 40 yıldır “çözümsüzlük çözümdür” diyen Denktaş zihniyetinin engellediği teziyle yola çıkmıştı.
Strateji olarak Denktaş’ı gündemden düşürmek ve bir adım önde siyaseti izlemiştir. On yıllık AKP iktidarının Kıbrıs’ta Türkiye’ye getirdiği yer ortadadır!
AKP, Ermenistan sorununu da yüz yıllık sorun olarak değerlendirmiştir.
Spor, Peynir diplomasisi uygulamaya kalkmış ve ardından Zürih protokollerini imzalamıştır. Yapılan anlaşma Türkiye ile Ermenistan ilişkilerini daha da kötüleştirdiği gibi Türkiye ile Azerbaycan arasını da açmıştır.
AKP işbaşına geldiği andan başlayarak Türkiye’nin bütün komşularıyla düşman bir politika izlediğini söyleyerek bunun yanlışlığına dikkat çekmiştir.
AKP, “komşularla sıfır sorun” stratejisini devreye soktuğunu açıklamıştır. Bu politika bütün komşularla Türkiye’yi savaşın eşiğine getirmiştir.
Güneydoğudaki terör sorununu da AKP, 30 yıldır çözülmeyen sorun olarak değerlendirmiştir.
Denenmeyeni denemek, yapılmayanı yapmak, teşebbüs edilmeyene teşebbüs etmek gibi bir yaklaşım içine girmiştir. 2002 yılında aldığı sıfır terörü bugün itibarıyla getirdiği yer ortadadır.
Millet ve devlet hayatı; koy-kaldır, dene-yanıl, olmadı eskiye dön siyasetini kaldırmayacak kadar önemlidir.
Başbakanın söylediklerini tersinden okumak gerekir!
Başbakan Erdoğan, “4. Yargı paketi’ni en kısa zamanda Meclis’e getireceğiz. Fakat şunu çok açık, net söyleyeyim. Teröre bulaşmış olanları bağışlayan genel bir af asla söz konusu değil. İmralı için de ev hapsi gibi bazı şeyer uydurup duruyorlar. Ak Parti iktidarında olmaz”.
Başbakanın on yıllık icraatı göstermektedir ne söylediyse tersiyle birlikte ifade etmiştir. Başbakanın ilk söylemlerine göre “Rasmussen Nato’ya Genel Sekreteri olamaz!” dedi,...Rasmussen Nato’ya genel sekreter oldu.
Başbakan “Zina bizim sorunumuzdur, Avrupa buna karışamaz” dedi…Avrupa karıştı…Avrupanın dediği gibi oldu…”
Başbakan Erdoğan, “Libya’da NATO’nun ne işi var? diye sordu…Başbakan Erdoğan Libya’ya NATO’yla birlikte donanma gönderdi…”
Başbakan Erdoğan, “Füze kalkanı sistemi Müslüman ülkelerle aramızı açmaya yöneliktir diyerek, Türkiye’ye kurulmasına karşı çıktı…Başbakan Erdoğan’ın onayıyla Küreciğe Füze Kalkan’ı sistemi kuruldu.”
AKP’li yetkililer bu çelişkileri şartların değişmesine bağlıyorlar…Şartlar değiştikçe değişenler…Politik tavır belirlerken şartların değişeceğini düşünmeleri gerçek siyasettir. Strateji de zaten bunu anlatır…
Burnunun ucunu dahi göremeyen, hangi adımın hangi sonucu doğuracağını önceden kestiremeyen iktidarlar strateji körüdür. Türkiye on yıldır tam da strateji körü bir siyaset yürütün iktidarla karşı karşıyadır.
Uluslar arası ilişkileri iyi okuyamayan, PKK’yı tanımayan, terörle mücadele konsepti olmayan ve örgütün amacından habersizler ancak örgütün tek yanlı silah bırakabileceğini düşünebilir.
Kaldı ki, PKK bugün uluslar arası bir enstrümandır. ABD’nin, İsrail’in, Suriye’nin, İran’ın, Irak’ın, Ermenistan, Kıbrıs Rumlarının ve Yunanistan’ın doğrudan ya da dolaylı desteğine sahiptir. PKK’nın Kandil’deki beli kırılmadan, genelde de uluslar arası bağlantıları koparılmadan silahsızlandırılması hayaldir.
Yapılması Gerekenler Şunlardır
İmralı’yla görüşmelere derhal son verilmelidir. Devlete ve millete diz çöktürme faaliyetleri durdulumalı buna teşebbüs edenler hakkında yetkili makamlar harekete geçmelidir.
Başbakan Erdoğan ve onun görevlendirdiği Hakan Fidan anayasadan ve yasalardan almadığı bir yetkiyi kullanmaktadır. Kendini anayasa, yasa ve hatta devlet üstü görerek fiili durum yaratanlar hakkında gereken yapılmalıdır!
Devlet bölgede yurttaşların güvenliğini en üst düzeyde sağlamalıdır. Bölge halk öncelikle PKK’nın rehinesi olmaktan kurtarılmalıdır.
KCK adlı paralel Kürt Çatı devlet yapılanması dağıtılmalıdır.
PKK Kamplarının bulunduğu bölge Kandil dahi tampon bölge ilan edilip bölge PKK terör unsurlarından temizlenmelidir.
Demokratik hak ve özgürlükle ilgili konular, anayasa bağlamında herhangi bir kişiyle konuşulup tartışılarak değil demokratik hukuk devletinin gereği olarak devlet tarafından tartışmasız verilmelidir.
Düzenlemeler etnik değil millet, bölgesel değil ulusal, kısmi değil milli temelde yapılmalıdır.
Türkiye’de devlet içinde devlet, millet içinde millet, dil içinde dil, sınır içinde sınır yaratacak gelişmelere son verilmelidir.
İmsak | 05:41 | ||
Güneş | 07:09 | ||
Öğle | 12:13 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:07 | ||
Yatsı | 18:30 |