Serçenin Kırık Kanadı “Buğra Karataş”
Sağlık Bakanlığı slogan haline getirmiş, “Erken teşhis hayat kurtarır” sözlerini. Doğrudur, erken teşhis çok önemli; hayatımızın rengini, tadını ve süresini değiştirebilir, hayat kurtarabilir, olası sorunlara sıkıntılara daha başlamadan son verebilir ancak erken teşhisin sadece sağlık yönünden değil zamanın bizlere yaşattığı, bizlerden alıp bizlere verdikleriyle sosyal, duygusal ve ekonomik olarak çok önemli olduğunu da anlıyoruz. Yaşadıklarımızın anlamsızlığına, yaşayabileceklerimizin bizlere yüklediği beklenti açlığına ve yaşadıkça çeliğe dönüşümüze, görüntüde dik duruşumuza, gücümüze inat, içten içe çürüyüşümüze de ilaç olabilir erken teşhis. Bugünden yarına bakmak da diyebiliriz buna, yarından düne bakmanın aksi de…
Eylül 1977, sıcak bir sonbahar günü. Çocuklarda bir telaş, bir heyecan... Yarın okullar açılacak. Saniyeler dakika ve dakikalar da saatin gelmesi için çalışıyor tik tak tik tak. Doğada bir telaş; ağaçlar yapraklarıyla vedalaşmakta, kırlangıçlar göçecek birazdan, karıncalarda bir acele… Hoş bir güne, bir saate gerek de yok, her şey bir saniye içinde olur, bir saniyede canı çıkar bedenden insanın, bir saniyede yanaklardan süzülür gözyaşı ve bir saniyede akar yaşanmışlıklar gözden, gönülden, candan… Belli ki bu pazar gününün ertesi olmayacak. Bu gün yarından kopuk, bu gün kara, bugün hissiz, cansız ve yarına taşımayacak o esmer mavi gözlü çocuğu. Anılarının, yaşanmışlıkların aksine belli ki çocuk bugünde kalacak, çocuk yarınsız…
Ağlamaya bile vakit bulamadan yanmıştı canım, kollarım iki yana savruk, avuçlarım toz, ayaklarım hissizdi. Gökyüzünde gibiydim, oradan aşağıyı izliyordum, babamı gördüm; cansız bedenim kollarında, gözlerinde yaş, boğazı düğüm düğüm ve çaresiz. O gün hem hayata tutunma mücadelesi vermiş hem de baba olmuş; babamın babası olarak yeniden doğmuştum sanki. O gün bir babanın çaresizliğini görmüş, umudunun sınırsızlığına şahit olmuştum. Benim için ağlayanlar üzülenler olmuştu. Dostlarımın üzüntüsüne üzülmeleri o günden öğrenmiştim, o günden hazırlıklıydım derin yaralara. O gün ölmüş, o gün dirilmiştim. O gün beynimi kemirmeye başladı “ya babam ölürse ben ne yaparım” sorusu. O gün çaresizliğin dik yokuşunu gördüm, zorun kolaya çevrilmesinin güçlüğünü ancak imkânsız ile zor arasında hala umut denen bir baba duygusunun varlığını. Babamın ölümüme fırsat vermediği gün hazırlanmaya başlamışım meğer babamın ölümüne. O gün ölmeme izin vermeyerek ölümüne hazırlamıştı beni. O gün hem oğuldum hem baba. O gün kazandığım yaşam savaşını bugün sol yanım kırık dökük paramparça olarak sorgulamaktayım.
Erken teşhisi önemserim, ölümün erken olmamasını sağlayacaksa bir umuttur teşhisin erken olması. Bazen hastayı hazırlar tedaviye ve bazen de yakınlarını ölüme. Dedim ya erkenden öğrendim baba olmayı, iyi bilirim bir babanın avuçlarından kayıp giden adına “erken ölüm denen” vedalaşmanın derinliğini. Erkenden tanıştım ağrı ve ağrı eşiğinin sınırlarıyla. Acı dendiğinde ilaçsız dermansız, ağızda bir sopa ve sıkılan diş gelirdi aklıma, kaynatılan bezler, sıcak su, ateşte kızdırılmış bıçak ile göğsün kalbe en yakın noktasında çıkartılan kurşun. Canının ciğerinin son yolculuğundaki “sonları yaşamakmış” meğer acı. Son sözü, son gülümsemesi, son yerine getirilmiş isteği aklında kalsın istersin, son nefesi, son elveda bakışı ve avuçlarının içine hapsettiğin canı ve birazdan soğuyacak olan sıcak avuçları. Az evvel hastalıktan yorulmuş, yorgun gözlerine baktığın can parçanın “az evvelde kalmasıymış” acı, tabutun arkasında bakakalmakmış, beyaz kefene yakıştırılmış olmakmış acı.
Kanadım kırıktı zaten, kelimeler kifayetsiz, ölüp ölüp dirilir oldum son yıllarda. Üç sene geçti ve ben “rahmetli” demeye alışamadığım babam için ayakta kalmaya çalışırken şimdi bir ölüm daha dozer gibi ezdi geçti ruhumu. Bir babadan duydum öğrendim oğlunu sonsuzluğa uğurladıklarını. Ölümlere alışır oldum, ölmelerim sıklaştı. Üç sene evvel de ölmüştüm yaşım seksen yediydi o gün, canım yandı, şimdi on altısında yakıştırıldı bana ölüm. Serçenin çırpınışıydı benimki. Kanadı kırıktı serçenin, eşit koşullarda yarışamadı; yorgundu, yoruldu, korkmadı ölümden, pes etmedi, savaştı ama kazanamadı. Rahmetle… 02.02.2019
İmsak | 05:42 | ||
Güneş | 07:11 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:30 |