ŞEFAAT KONUSUNA KUR'ANİ BİR BAKIŞ
Hem dünya hem de ahiret saadetine giden yolun, öncelikle sahih bir itikada sahip olmaktan geçtiğini zannederim hepimiz bilmekteyiz. Sahih itikad salih ameli de beraberinde getiren temeli oluşturmaktadır. O sebeple itikadımızın Kur’an çerçevesinin dışına taşmaması ve böylece sahih ve sağlam bir temele oturması her şeyin başında gelmektedir.
Nitekim Kur’an’dan öğreniyoruz ki geçmiş ümmetleri dinleri konusunda laubali ve duyarsız kılan temel etken, iman-amel bütünlüğünü parçalayan, nasıl bir hayat yaşarlarsa yaşasınlar ahirette ateşin kendilerine az bir süre dokunacağına ve din adamlarının şefaatiyle azaba uğramaktan kurtulacaklarına inanmış olmalarıydı. Bu tür yanlış ve Kur’an’ın tabiriyle kendilerinin uydurduğu inanışlar, onları Allah’ın dinine ciddiyetle sarılmaktan alıkoymuş, laubaliliğe ve dinin hükümlerini hayattan uzaklaştırmaya sürüklemiştir.
Geçmiş ümmetlerin içerisine düştükleri bu durumu bize ibret tabloları olarak sunan Kur’an-ı Kerim, onların yaşadığı sapmalardan korunmamız için bize sahih iman esaslarını bildirmiştir. Bu hatırlatmalardan sonra şefaat konusunu izaha geçebiliriz.
Şefaat meselesini doğru anlamak için öncelikle Kur’an’da iki tür şefaat kavramının söz konusu edildiğini bilmek gerekir. Bunlardan birincisi, Bakara 254, Bakara 48 ve 123, En’am 51, En’am 70, İbrahim 31, İnfitar 19 gibi ayetlerde söz konusu edilen iltimas anlamında şefaat kavramı; diğeri ise, Sebe' 23, Zuhruf 86, Nebe' 37 ve 38 gibi ayetlerde söz konusu edilen ve hesap günü birinin bir başkası hakkında doğru şahitlik yapması anlamında şefaat kavramıdır.
Nitekim Nebe' Suresi 37-38, Zuhruf Suresi 86 ve Sebe' Suresi 23 gibi ayet-i kerimelere dikkat edildiğinde Ku’ran’da hesap günü Allah’ın iznine bağlı olarak söz konusu olacak olan şefaatin “doğru şahitlik” anlamına geldiği kolaylıkla anlaşılmaktadır:
“Allah’tan başka yalvardıkları şeyler şefaat (yetkisin)e sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahidlik edenler (bildiklerini doğru anlatanlar) bunun dışındadır.” (Zuhruf 43/86)
“O'nun katında izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin) şefaati yarar sağlamaz. En sonunda kalplerinden korku giderilince (birbirlerine:) 'Rabbiniz ne buyurdu?' derler, 'Hak olanı' derler. O, çok yücedir, çok büyüktür.” (Sebe' 34/23)
"...Onlar O'nun huzurunda konuşmaya güç yetiremez. O gün ruh ve melekler sıra sıra durular. Ancak Rahman olan Allah'ın kendisine izin verdiği konuşabilir. O da doğruyu söyler." (Nebe' 78/37-38)
Hesap günü, iltimas anlamında bir şefaate ise asla yer olmadığı da Kur’an-ı Mübin’de açıkça bildirilmiştir. İşte konuyla ilgili, hiçbir şekilde farklı anlaşılmaya açık olmayan ayet-i kerimeler:
“Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.” (Bakara 2/48)
“Hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.” (Bakara 2/123)
“Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler... Onlar zulmedenlerdir.” (Bakara 2/254)
“Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an'la) uyarıp-korkut; onların ondan başka ne velileri vardır ne şefaatçileri. Umulur ki korkup-sakınırlar.” (En’am 6/51)
“Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur'an'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır.” (En’am 6/70)
“Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?” (Secde 32/4)
“İman eden kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarfetsinler.” (İbrahim 14/31)
“Cezâ gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin? Ve yine cezâ gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, kimsenin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür. O gün buyruk, yalnız Allah'ındır.” (İnfitar 82 /17-19)
Şefaat meselesi, hidayet kaynağımız Kur’an-ı Mübin’de işte bu kadar açık ve net bir şekilde ortaya konulmuştur. Buna rağmen asırlardır şefaat adı altında iltimas beklentisine girilmiş olması ümmetin Kur'an'dan ne kadar uzak kaldığının bir göstergesi olsa gerektir.
İmsak | 05:44 | ||
Güneş | 07:13 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:43 | ||
Akşam | 17:05 | ||
Yatsı | 18:29 |
şefaatin olumsuz anlamda kullanıldığı bütün ayetler istisnasız bu anlamda kullanılmıştır. yani bu ayetlerde şöyle denilmiştir: ey putperestler, ey kâfirler, ey müşrikler; ahiret âleminde size hiçbir şefaat fayda sağlamayacaktır.
tapındığınız sahte ilahlar sizinle beraber ateş yakıtı olacak.
çünkü şefaatin ilk şartı şudur: ancak imanla ölmüş olanlara şefaat müsaadesi verilecektir. yani senin gibilerin idrak edemediği mevzu imanlı ölen le kafir öleni ayırt edemiyorsunuz veya etmek istemiyorsunuz. oraya yazdığın ayetlerin öncesini ve sonrasını kırpıp kendine göre yorumlamakla olmaz. milletin itikatıyla oynayamazsın. nokta