Prof. Dr. Muzaffer Metintaş mesleğindeki başarısı
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Metintaş mesleğindeki başarısı.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Metintaş mesleğindeki başarısı, yetiştirdiği binlerce hekim,yazdığı kitaplar, makaleler bir yana; vizyonu, mütevaziliği, yaşama bakış açısı, öğrencileriyle, hastalarıyla ve birlikte görev yaptığı meslektaşlarıyla hülasa sağlık çalışanları ile olan iletişimini anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıyor. Tanıyanlar bilir. Özellikle akciğer hastalıkları üzerine yaptığı bilimsel araştırmaları ile tıp dünyası tarafından yakından bilinen bir isim olan Prof. Dr. Muzaffer Metintaş Beyle yaptığımız röportajın ilk bölümü ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
Hüseyin Turhan: Kıymetli hocam, özellikle içinde bulunduğumuz pandemi koşullarındaki artan vaka sayılarına bağlı yoğun çalışma temponuz arasında bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ederek ilk sorumla başlamak istiyorum. Kimdir Muzaffer Metintaş ? Sizi tanıyabilir miyiz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Ben öncelikle size teşekkür ederim. İlginize ve çalışma alanlarınıza buna özgü tıp alanına gösterdiğiniz yakınlık içinde minnettarım.1958 yılında Eskişehir’de dünyaya geldim. Baba memleketim Gümüşhane. Çok sevdiğim zaman zaman ziyaret ettiğim ve nüfus cüzdanımda kayıtlı olması itibariyle onur duyduğum şehrimin insanlarına saniyen Eskişehirli hemşerilerime selam ve saygılarımı sunuyorum. Önemli bir süre babamın mesleği nedeniyle Ankara’da yaşadım. Babam Astsubaydı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunuyum. Aynı fakülte de Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalında uzmanlık eğitimi aldım. 1995 yılında doçent, 2000 yılında profesör oldum. Halen aynı ana bilim dalı başkanlığında öğretim üyesi olarak devam etmekteyim. ODTÜ’de Jeoloji Mühendisliğini bitirdikten sonra sınavlara girdim ve Tıp Fakültesini kazandım. Bir yerde o zamanlar okumuştum. “Bir hekimin hakim olması gerekiyor.” Hakimlikten kastettiğim yargıç değil, hakikati bilen demek. Yani bir hekim hakikati bilen biri ise o zaman bende hekim olayım dedim ve tek tercihle tıp fakültesini tercih ettim. Evliyim. Eşim Prof. Dr. Selam Metintaş ile aynı fakültede halk sağlığı uzmanı, öğretim üyesi olarak çalışıyor. İki çocuk babasıyım.
Hüseyin Turhan: Tıp mesleğini seçme nedeniniz nedir? Seçtiğiniz için memnun musunuz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Göğüs Hastalıklarına girmemde rahmetli hocam Prof. Dr. Necla Özdemir’in etkisi olmuştur. Yaptığım işi çok severek yaptığım için hem hekim olarak hem de bir bilim insanı olarak çok memnunum. Zihin engelli bir oğlum var. Onun sayesinde bu camia ve onların aileleri ile tanıştım. Zihin engelli insanlara hak ettikleri ortamın oluşması için gayret ediyorum. Bu amaçla arkadaşlarımızla birlikte kurduğumuz bir derneğimiz var. Bu derneği önemli bir merkeze dönüştürme gayreti içerisindeyiz. Birde bizim bir medeniyetimizin olduğuna, medeniyetler kurduğumuza ve bu medeniyetlerin zaman zaman insanlığın şahikası olduğuna inanıyorum. Yeniden bir Türk medeniyetinin insanlığa büyük katkılar sağlayacağına, insanlığın önünü açacağına inanıyorum. O nedenle yeni bir Türk tasavvuru içinde bir takım kültürel bilimsel çalışmaları yapabilecek dernek ve bir işletme zemininde “kırmızılar” bunun adı da yayıncılık kitap, yazı, web sayfası, dergi gibi ikinci bir yan çalışmam daha var. Bunların hepsi insanlık için iyilik amaçlı çalışmalar.
Hüseyin Turhan: Sizce işinizin en zor tarafı nedir?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş : İşimin en zor tarafı bir hekim olarak bilginiz dahilinde ulaşamadığınız bir sınır oluyor. Bu sınırda yaptıklarınız aslında sonucu değiştirmiyor. Hastanızı kaybediyorsunuz. İşte en zor tarafı onu fark etmek, kabullenmek ve seyretmek maalesef. Ama zaman içerisinde tıp bilimi geliştikçe bizdeki bu duyguda azalacaktır.
Hüseyin Turhan: Bu kutsal mesleğinizde örnek aldığınız bilim insanları var mı diye sorsam nasıl cevap verirsiniz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Elbette var. Ben insanlık anlamında rahmetli hocam Prof.Dr.Necla Özdemir’i örnek almıştım. Hiç unutamam bir gün dışarıda dolaşırken yaşlı bir adamın marul sattığını görmüş. Adamın bütün marullarını satın aldı. Sebebi ise o yaşlı kişi daha fazla yorulmasın. Mesleki olarak asistanlık yıllarımda İstanbul Tıp Fakültesinde Prof. Dr. Tuğrul Çavdar vardı. O bir eğitmen olarak beni etkilemişti. Üslubu, tavrı, duruşu ve tarzıyla. Yine Hacettepe’den Prof. Dr. İzzettin Barış vardı. Yurt dışında yabancılarla çalışma yapmanın onları önemsemenin çok önemli olduğunu anlattı hep. Bende o yolu hep takip ederek geldim. Yine Ankara Tıp’ta Doğanay Alper diye bir hoca vardı. Ondan da bir bilim insanının daima prensipleri noktasında dik durması gerektiğini örnek aldım.
Hüseyin Turhan: Hocam akciğer kanseri nasıl olunur? Belirtileri nelerdir? Bu kanserden korunmak mümkün mü?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Bu soru çok güzel. Teşekkür ederim. Şu anlamda güzel, akciğer kanseri dünyada en sık görülen ve en fazla ölüm nedeni olan kanser türü. Hem sıklığı yüksek hem de ölüm nedenleri içerisinde önde gelen bir problem ama bu problem topyekûn önlenebilir bir problem. Çünkü akciğer kanserinin nedenleri çok belli. O nedenler olmadan bir kişinin bu kansere yakalanma riski çok düşük. O nedenler ne? Öncelikle sigara ve tütün kullanımı. Bu çok kesin ve tartışılmaz bir konu. Sigara içen biri içmeyene göre 42 ila 96 misli daha yüksek akciğer kanseri olma riski kazanıyor. Bunun dışında bazı mesleki maddelerle temas. Çevresel dizel gazı. Çevrede ki asbest. Radon gazı. Bunlarla temas kanser yapabiliyor. İşte bu temasları keserseniz akciğer kanseri önlenebilir bir kansere dönecek. Günümüzde tanı ve tedavide epey mesafe kat edilmiş ama esas olan bu hastalığın ortaya çıkmaması. Riskli temasımızı keseceğiz. Özellikle ailesinde kanser yada birinci derece akrabalarında akciğer kanseri olanların sigaradan ve riskli ortamlardan kesinlikle uzak durmaları gerekiyor. Dolayısıyla ölüm oranı en yüksek olan akciğer kanserini bu söylediğim tedbirler alınması şartıyla %97 oranında önleyebiliriz. Belirtilerinden biraz bahsedeyim. Akciğer vücudun en geniş boşluğuna yerleştiği için ve iki ayrı akciğerimiz olduğu için hastalar çok gürültülü bir tabloyla da gelebilirler. Ya da hiçbir şikayetleri de olmayabilir. Tümörün yerleşim yerine, seyir hızına komşularıyla olan ilişkilerine bağlı. Risk faktörü olan birinin normal yaşantısında solunum sistemi yönünden bir değişiklik var mı? Yani bir öksürük ortaya çıkmış mı? Balgam çıkarmaya başlamış mı? Öksürürken balgamında kan geldi mi? Göğsünde ağırı, nefes darlığı, anlamsız bir kilo kaybı, iştahsızlık ve halsizlik problemleri var mı? Riskli kişide bunlardan bir ya da birkaçı bir arada olursa o zaman akciğer kanseri kaygısı ile hekime başvurmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Hüseyin Turhan: Biraz Tıp’ın dışına çıkalım. Özel hobileriniz var mı?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Bu sorunuza şöyle cevap verebilirim. Uzun süren mesleki hayatımız, bizim hobi olarak hareketli bir yaşantı göstermemize imkân vermiyor. Öncelikle bilim felsefi ile okuyucu olarak ilgileniyorum. Bu benim en önde gelen hobim diyebilirim. Hobi olarak değerlendirilebilir. Fırsat buldukça klasik Türk müziği dinlerim. İyi bir dinleyici olduğumu düşünüyorum. Birde kitap basmayı çok seviyorum. Birçok kitabın basılmasına aracı oldum. 17 Tane mesleki kitabım var. İki tanesi ders kitabı diğer 15’i ise uzmanlık ve araştırma kitabı. Yeni çıkan bir kitabımızı elime aldığımda haz duyuyorum. Sanki arkaya kalıcı bir şey, bir evlat bırakmışız gibi kendimi hissediyorum. Bunları söyleyebilirim.
Hüseyin Turhan: Hekimliğe ilk başladığınız dönemle bugünü kıyasladığınızda gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Yine teşekkür ederim bu soru için. İlk başladığımda hasta üzerinde hekim inisiyatifi oldukça ön plandaydı. Muayene etmek, dinlemek, konuşmak vb. Şimdi teknoloji geliştikçe cihazlar aygıtlar yapıldıkça çeşitli yapay zekâ çözümlemeleri işin içine girdikçe hekim inisiyatifi yerini biraz bu çözümlere bıraktı gibi gözüküyor. Genç arkadaşların bazen hasta muayenelerini görüyorum. Kısıtlı muayene yaptıklarını gözlemliyorum. Önceki yıllarda hasta ile daha yakın samimiyet oluşurdu. O’nu anlardınız, dinlerdiniz. O’da size bu ilgi karşısında daha fazla güvenir ve sözünüzü daha kolay kabul ederdi. Şimdi hekim aradan çıkıyor teknoloji ön plana geçiyor gibi. Bu da hastalarda bir hekimin söylediğine güvensizlik ya da tereddüt ya da tekrar tekrar farklı yerlere danışma gibi bir ihtiyacı oluşturmuş gözüküyor ama bu uygulamalar da bir anlamda yaşam süresinin uzamasına katkı sağlıyor. Mesleğe başladığımda yaklaşık 35 yıl önce erkeklerde ortalama ölüm yaşı 65 kadınlarda 68’di. Şimdi ise erkeklerde 77-78 kadınlarda da 80’nin üzerine çıktı. Bu da tabi ki tıbbi uygulamalarda ki gelişmenin sağladığı bir durum. Bunu da göz ardı etmemek lazım diye düşünüyorum. Ama hasta profili açısından ciddi bir farklılık var. Bunu başımızdan çok sık geçen bir olayla anlatayım. Eskiden tıbbi müdahalelerin artık yararlı olmayacağı bir hasta oluştuğunda hasta yakınları gelir “Doktor bey, hastamıza yapılacak eğer bir şey yoksa hastamızı eve götürelim. Tertemiz yatağına yatsın. Bizde onu sevelim, öpelim, çoluğu çocuğu beraber okuyarak dini telkinde bulunarak onu uğurlayalım” derlerdi. Evlerine götürmek için acele ederlerdi. Şimdi ise böyle bir tabloyla pek karşılaşmıyoruz. Tam tersi örneğin 92-93 yaşında hani eceli ile öldü derler ya oraya dayanmış, artık kalbi ya da akciğeri ya da karaciğeri canlılığının idamesini sağlayamayacak hale gelmiş maalesef yaşlı insanlar hasta diye hastanelere acillere getiriliyorlar. Bunlarda yasalar gereği acilde bakılıyor, entübe ediliyor, solunum cihazlarına bağlanıyor hastaneye yatırılıyor. Yasalar böyle gerektiriyor. O zaman hasta yakınına durumu anlattığınızda size iki kategoride cevap verebiliyor. Birincisi bunu evde nasıl bakacağız. Bu söz beni çok yaralıyor. 92-93 yaşında yaşlı ve artık geçişe girmiş bir kişiye bu hitap yakınları tarafından dışarıdan gözleyen biri için sizi çok yaralayan bir söz ya da diyorlar ki, ne yani ölüme mi terk edelim. Buda çok ilginç bir söz. Biz Müslüman olan bir toplumuz. Bize göre asıl hayat öbür hayat. Tıbbi olarak hiçbir şey yapılamayacak durumda olan bir yaşlı neden ölüme terk edilsin diyeceksiniz. Ben gelinen noktada toplumumuzda bir erdem problemi olduğunu düşünüyorum. Ölümü kabullenmekte bir erdem meselesi. Dolayısıyla hasta yakınları profilinde çok ciddi çözülmesi gereken, yasalar olarak çözümler aranması gereken bir değişim var.
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber.com): Bir hekim ve aynı zamanda akademisyen olarak hekimlik mesleğini seçecek gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? Bir tıp öğrencisinde hangi özellikler bulunmalıdır?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı) Buda çok güzel bir soru. Beni geçmişten bugüne taşıyacak olan bir soru teşekkür ederim. Tıp mesleğini illa başka konulara meraklı veya kabiliyetli olduğunu düşünen gençler dışında herkese tavsiye ederim. Önce bunu söyleyeyim. Tıp mesleği seçilebilecek bir meslektir. Seçilmesi güzel ve insana onur katacak bir meslektir. Eğer genç; Ben mühendis, fizikçi vb. olacağım diye buna kendini hazırlamamışsa. Çok kutsal ve farklı bir meslek. Şöyle ki, yaşamın idamesi, ölümle yaşam arasında yaşamı sıkıntıya girecek insanları muhatap alıyorsun. Bu yüksek bir sorumluluk gerektiriyor ve aynı ölçüde onur veriyor.
Basit bir örnek vereyim. Örneğin bir cumartesi günü olabilir. Siz arkadaşlarınızla hafta sonunda farklı aktiviteler yaptığınız, ya da sevdiklerinizle yürüyüştesiniz bir anda çalıştığınız hastaneden arayıp,” Bir çocuk geldi. Ağzı yüzü şişti kızarıyor. Hemen gelebilir misiniz? Diye ararlarsa: “Hayır bugün ben nöbetçi değilim. Nöbetçi Ahmet, Mehmet onu arayın demeden hemen gitmeniz gerekir. Neden? O çocuk muhtemelen bir öksürük şurubu içmiştir. Alafraktroid reaksiyona doğru gitmektedir. Boğularak ölecektir. Sizin bu tabloyu görmeniz durumunda hızlı bir adrenalin arkasından gerekli tedaviyi yaparak müdahale etmeniz gerekir. O çocuk hemen 4-5 dakika içinde gözünüzün önünde hayata geri dönecektir. Bu bir hekim için yüksek onur ve mutluluk veren bir duygudur. Hekimlerin; “Biz onurlu bir iş yapıyoruz bunu üzerimizde taşıyoruz “ demeleri ve bunun farkında olmaları gerektiğini tavsiye ediyorum.
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber.com): Çok teşekkürler. Bu kutsal mesleğinizde bundan sonraki hedefleriniz nelerdir diye sorsam ne söylersiniz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Bu sorunuza yaşadığım küçük bir örnekle cevap vereyim. Bir gün İstanbul’da Beyazıt’tan Süleymaniye Camisine doğru gidiyordum. Caminin köşesini dönmeden önce çok küçük vitrinli bir dükkanda bir ayakkabı imalathanesi içinde çok yaşlı bir dede vardı. Örsün üzerine eğilmiş ayakkabıya bir şeyler çakıyordu. Görebilmek için örse eğilerek yakından bakıp çalışıyordu. Eli yaşlılığa bağlı çok yavaş iniyor ayakkabıyı çakmak için bayağı bir gayret gösteriyordu. Bir süre karşıdan seyrettim. İşini yapmaya çalışırken nasıl bir heyecan ve istekle çalışıyordu. Bu manzara ders verici ibret verici bir olaydı benim için. Bir yıl sonra tekrar gittim ama o dedeyi göremedim. Dükkân kapanmış. Tekel bayisine dönüşmüştü. Oradan şu dersi çıkardım. İnsan, yaptığı işin önemini, bilmeli. Ne iş olursa hangi meslek olursa olsun. İşini önemsemeli içselleştirmeli. Onurunu üstünde taşımalı. Yaptığımız işin bir zamanı süresi olduğunu düşünmüyorum. Sağlığımızın elverdiği ölçüde devam etmemiz gerekiyor. Yani demem o ki, ben meslek olarak hekimlik yapıyorum bilgi üretiyorum. Bunu aklım yettiği sürece yapmaya gayret edeceğim hedefim bu.
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber.com): Değerli hocam son zamanlarda pandeminin de etkisiyle insanlar yakınlarını kaybediyorlar. Bunun sonucunda da hasta yakınları hastane koridorlarında sağlık çalışanlarına şiddet uyguluyorlar. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bu istenmeyen hadiseler nasıl engellenebilir? Tecrübelerinize göre neler yapılmalıdır?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Buda çok önemli bir soru. Bu aslında ülkemizdeki toplumsal değişimin bir sonucu. Etrafta da görüyorsunuz çok garip bir şekilde şiddet olaylarını. Bir anlam veremiyorsunuz. Yolda giden bir kadıncağız zevk için öldürülebiliyor bıçakla. Ya da yolda giden bir karı kocaya önce omuz vurup sonra da bıçaklayıp gidebiliyorlar. Biz maalesef bir ahlak toplumu iken yani hakka, Allah korkusu ile riayet ederken şimdi ölçü ve sınır bilmeyen her şeyi kendine hak gören, her şeyi bedelsiz karşılamayı amaçlayan ve daima kendini haklı gören bir toplumsal yapıya dönüştük. Böyle olunca sorunlar tıp camiasında daha şiddetle yaşanıyor. Çünkü biz insanların yaşamı ile ölümü arasındaki çizgide çalışıyoruz. Her türlü mücadeleyi tedaviyi verirken karşınızdaki muhatabınız bunu anlamıyor. Daha doğrusu anlamayacak zihinsel yapı içinde yetişmiş ve gelişmiş. Bizler “bak bu hastaya bir şey olursa sana da olur” gibi tehdit vari sözlerle muhatap oluyoruz maalesef. Tabi bunlar şiddete de dönüşebiliyor. Bunun çözümü yeniden bir erdem ve ahlak toplumuna dönmemiz gerekiyor. Yani kabullenen, benimseyen, güvenen karşısındakine güven duyan, değer veren bir yapıya dönüşmemiz gerekiyor. Buda kısa vadede olacak bir değişim değil. Yapılması gereken şu. Hekim arkadaşlarımızı böyle saldırılara karşı eğitmemiz lazım. Çalıştıkları ortamın güvenli hale getirilmesi noktasında. Buda yeterli değil tabi. Bu durumda yıldırma, pişman etme hali oluşmalı. Yakın zamana kadar şiddet uygulayanlar adli makamlar tarafından serbest bırakılıyordu. Nadiren tutuklanabiliyorlardı. Bunu yapan kişiler ciddi şekilde cezalandırılmaları gerekiyor ki aynı şey bunu yapanın da başına gelir kaygısı oluşsun diye. En son İzmir’de iki hekim arkadaşı bir azmettirici tarafından öldürüldüğünü duyduk. Bu konu nasıl sonuçlandı? Ne oldu? Azmettirici ne oldu? Öldüren ne oldu? Bunları bilmiyoruz. Bunların kamuoyuna açıklanması duyurulması gerekiyor. Bununla alakalı Amerika’da acil servisinde şahit olduğum bir hususu anlatmak isterim. Orada hekimler ve acil personeli konuşurken karşı tarafın sustuğu ve artık konuşmaya devam edemeyeceğini anlayana kadar ona arkanızı dönmeyin. Önerilerden biri buydu. Yine karşınızdaki konuşurken onu tahrik edecek el hareketleri yapmayın. Yine karşınızdaki konuşurken tereddütlü konuşmayın. Kendinizden emin bir şeklide konuşun gibi böyle eğitim maddeleri vardı. Anladım ki onlar böyle bir eğitimden geçiyorlar. Bu tür bir eğitimi bizim meslektaşlarımıza da verilebiliriz diye düşünüyorum
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber.com): Hocam röportajın sonuna doğru geliyoruz. Bir sözünüzde “bilimin öznesi, insan nesnesi varlık “diye tarif ettiniz. Buradan şuraya gelmek istiyorum. Dünya iki yıldır pandemi ile mücadele ediyor. Bu virüste bilimin buluşu olan aşı var. İlk sorum hala aşıya şüphe ile bakan bir kesim var ve aşı olmuyorlar. Ne söylemek istersiniz? İkinci sorumda yayılma hızı yüksek omicron varyantı ile ilgili okuyucularımıza önerileriniz, tavsiyeleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş : Önce teşekkür ederim bu güzel ve önemli sorunuz için. Aşı; insanlığın bugüne gelmesini, toplumsal yapımızın ve teknolojinin gelişmesini yaşam süresinin uzamasını, sağlıklı çocuklara ve gençlere sahip olmamızı sağlayan insanlığa ait en önemli araçlardan biri. Bunu çok açık dille ifade etmeliyim. Eğer aşılar geliştirilmeseydi salgın hastalıklar bugün ki dünya nüfusunun 1/3’nü bırakacaktı. Son derece sağlıksız, sakatlık oranı çok yüksek verimli insan olma şansını kaybetmiş nüfusun önemli bir kısmı o hale gelecekti. Aşılar bizim bugünümüzü sağlayan Allah’ın önemli nimetlerinden biri. Aşıya karşı çıkanlar var maalesef. Bu konuda bir savcı aşıya karşı dava açtı. Aşılama mecburiyetini çocuklardan kaldırttı. Ben aşı karşıtlarının İstanbul’da düzenlediği bir toplantısına da katıldım. Karşı çıkmaları birkaç gerekçeye dayanıyor. Çok ilginç gerekçeler bunlar. Biri bizim vücudumuza genetik bir cip veriyorlar bizim genlerimizle oynayıp istedikleri hale dönüştürecekler. Böyle bir şeyin tıp teknolojisi ile yapılması mümkün değil. Düşünmek bile sakat bir düşünce. İkincisi yine bazı aşıların genetik materyalle nakledilmesi nedeniyle bunlar bizi kanser yapabilir mi? Diye endişe var. Bu konuda yüz yıla yakın aşılar kullanılıyor. Milyarlarca insan aşılandı. Amerika ve Avrupa’da kullanılan polyo aşısı ile ilgili spekülasyonlar üretildi. Bu tartışmada bitmek üzere. Böyle bir kanıt yok. Hiçbir aşının uzun dönemde insan hayatında bir probleme yol açmadığı görüldü. Çok daha ilginç görüşler var. Aşı hammaddelerinde domuz ya da alkol olduğu bu nedenle bunun bir Müslümanın kullanamayacağı görüşü ortaya atıldı. Bunları bir Müslüman olarak İslam ahlakına uymaya çalışan biri olarak son derece saçma absürt düşünceler olduğunu söylemem gerekiyor. Covid’e gelince, aşı şu anda elimizdeki tek ve önemli silah. Şu nokta önemli. Aşı hastalığın bulaşmasını tam engellemiyor. Ama hastalığın ağır geçirilmesini hastalığa bağlı ölümleri ve hasta olan kişinin bulaştırıcılık riskini azaltıyor. Bu çok büyük bir olay. Dolayısıyla bu aşının yararlılığı tartışılmaz bir gerçek. Bir hekim olarak aşılarımı tam zamanı geldiğinde yaptırdım. Hastalığı da geçirdim. Çok şükür nispeten ayakta geçirdim. Bütün okuyucularımıza da aşı olmalarını hararetle tavsiye ediyorum. Dış etkenlere bağlı olarak virüsün genetik yapısı mutasyona uğruyor. Son gelişen varyant omicron. Güney Afrika’da gelişti. Erkenden tanımlandı. Bu çok önemli. Omicron bir önceki delta varyantına göre 42 misli daha fazla bulaştırıcı. Çok hızlı bulaşıyor ama bilim insanlarına göre iyi tarafı da şu, akciğerde bölünme hızı düşük. Sekiz misli daha yavaş diğer varyanta göre. Bu nedenle akciğerde oluşturduğu hasar ölümlerin çoğu biliyorsunuz oradan kaynaklı daha az. Bulaşan kişi sayısı fazla olduğu için ölüm oranı da buna bağlı artış gösterecek. Kişisel tedbirlerimizi almamız lazım. Bunların en başında maske geliyor. Bugün biraz dikkatten kaçmış durumda. İkincisi, mesafe ve kapalı ortamlarda mümkün olduğunca maskesiz bulunmamamız gerekiyor. Ve aşılarımızı zamanında tam vurulmalıyız. Bu durumda ortaya çıkan hasta sayısını hastanelerimiz kaldırabilir. Hastalığın ağır geçme riski az olduğunda hastanelerimiz hizmet verebilecek ortamlarını temin edebilirler. Burada çok önemli bir konunun sağlık otoritesinde olduğunu düşünüyorum. Biz Eskişehir’de yaşıyoruz. Eskişehir’de günlük vaka sayısını doğru bilmemiz gerekiyor. İlan edilmesi gerekiyor. Niçin? günlük vaka sayısı doğru ilan edilirse insanlar kaygı duyacak ve tedbir alacaklardır. Kendilerini korumaya başlayacaklardır. O sebeple rakamlar doğru ve herkesin duyacağı şekilde ilan edilmeli. Bu benim kişisel düşüncem. Bu tartışılabilir. Bilimsel bir kanıtı yok. Çevrede hastanelerde çalışan bizim yetiştirdiğimiz arkadaşlarla konuşmalarımız sonucu bende oluşan bir intiba. Ben Türkiye’deki vaka sayısının da İngiltere ve Almanya’daki sıkılıkta olduğunu düşünüyorum. Sayılar net açıklanmalı ki ne olduğumuz ve nereye doğru gittiğimizi nasıl tedbirler almamız gerektiğini bilebilelim. Aydınlanmış zihinler doğru davranırlar.
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber.com): Çok teşekkür ederim. Son olarak Eskişehirdenhaber.com okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş: Siz çok önemli bir görevi yapıyorsunuz insanları aydınlatarak. Ama sadece aydınlatmakla kalmıyorsunuz bence bir anlamda da onlara yaşama sevinci veriyorsunuz. Ben onların sizin çizdiği çizgileri iyi takip etmeleri gerektiğini sizin zemin oluşturduğunuz önerilerin ufukların onlar tarafından iyi algılanması gerektiğini sizlerin yazıp çizdiklerinize önem vermeleri hayatlarına buralardan aktarmalar yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Ben birkaç bakımdan hep iyimserim. İnsanlığın daha iyiye doğru gideceğine inanıyorum. Acıların ve sıkıntıların azalacağına inanıyorum. Sağlığın daha iyi olacağına inanıyorum. Teknolojinin yavaş yavaş insani değerleri önemseyeceğine inanıyorum. Şunu okuyucularınıza tavsiye edeceğim. Biz batıya göre hedefleri amaçları olan farklı bir medeniyetin insanlarıyız. Bu medeniyeti yaratmak için hepimiz hangi işi, hangi tahsil seviyesine sahip olursa olsun hangi işi yaparsak yapalım farklılığın bilincinde olup kendi medeniyetimizi insanlığa sunabilecek şekilde de gayret etmemiz ve model yaşamlar oluşturmamız gerekiyor. Bunu da sevinçle neşeyle umutla ve mutlulukla yapmalıyız. Yeislerden uzak durmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bende size bu fırsatı verdiğiniz için yerine getirdiğiniz yüksek sorumluluk çalışmalarınız için hem kutluyor hem de teşekkür ediyorum.
İmsak | 05:42 | ||
Güneş | 07:11 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:30 |