NEV–İ BEŞER, RUY–İ ZEMİN
Bu yazı, iki gencin otobüs yolculuğu sırasında yaptıkları bir sohbette, ülkemizin içindeki durumundan dolayı duydukları endişeleri dile getirirken her şeyi satıyorlar, acaba bizi de satarlar mı? Yoksa sattılar mı ki?
Sorularına atfen yazdım.
Yaptıkları haçlı seferleriyle bir türlü Türk Milletini yenmeyi başaramayan emperyalist güçler her zaman farklı zemin ve zamanları hep kollamış ve Türk Milletini Anadolu topraklarından atabilmenin yollarını aramayı hiç bırakmamış aksine, en önemli politikaları haline getirmiş ve hala devam ettirmektedir. Sanırım dünya durdukça düştükleri bu alçaklık kompleksinden vaz geçmeyeceklerdir.
Düzenledikleri haçlı seferlerinde bertaraf olan, Çanakkale’yi geçemeyen, Kurtuluş Savaşında kaybeden emperyalizm, baktı ki savaşla kazanamıyor. Taktik değiştirip aramıza lavrensler sokarak içimizden devşirdikleri devşirme bukalemun kılıklıları ile planlarını gerçekleştirmeye koyulmuşlardır.
Marshall yardımları ile 1947’de içimize girenler 1960'lı yıllarda tam tersi bir uygulamayla insanlarımızı işçi olarak Avrupa ülkelerine taşımışlardır. İlk bakışta ülkeler arası ilişkiler meselesi gibi algılanması ve normal bir durummuş gibi gözüküyor olması aslında bizi yanıltmaktadır. Çünkü tarih göstermiştir ki emperyalist güçler, her yere iyi niyet gösterileri ile girmiş ama sonuçları hep zulüm ve katliam olmuştur. Bu noktadan hareketle Avrupa, ekonomik açıdan gelişmemiş konumda bırakılan ülkemizin işsizlik meselesinin çözümü gibi gösterilmiş ve insanlarımızın da ekmek kapısı olarak görmesi sağlanmıştır. Ülkemizi yönetenlerde bu duruma çanak tutmuşlardır. O yıllarda gitmek isteyen insanlarımızın tamamı kırsal kesimden olup ve özellikle ilkokul diplomalı olanlardan seçilmişlerdir. Sağlık taramasından geçirilirken insanlık adına, insan hakları adına utanç verici davranışlarda bulunmuşlardır. Ve insanlığa sığmayacak uygulamalara tabi tutulmuşlardır. Bu adice durumlar yaşanırken hiçbir devlet yetkilisinden ses çıkmadığı gibi işlemlerin yürütülmesi de tamamen yabancılara bırakılmıştır. Bu ayrıcalığın neden olabildiğini sanrım günümüzde daha net görülmektedir.
Tamamı kırsal kesimlerden olmasına özen gösterilerek seçilmiş sağlıklı ve güçlü olan insanlarımız bir anda Avrupa ülkelerine taşındılar. Hiç bilinmedik bir ortama götürüldüler. Dil yok, kültür çok farklı. Ama bu durumu bilerek ve isteyerek uygulayan birileri yani o zihniyetin uşakları vardı.
En ağır işlerde, en sağlıksız koşularda bu sağlıklı ve güçlü insanlarımızı çalıştırarak adeta aşağılık komplekslerini bastırıyorlar ve egoları uğruna ekonomik kazanımları için insanlarımızın tüm hayatlarını çalıyorlardı. Diğer taraftan da kültürümüzle dalga geçmeler, dinimize küfretmeler ve daha neler. Bu yetmiyormuş gibi hala en yetkin ağız papa dâhil olmak üzere Peygamberimize iftiralar ve karikatürleri, v.s. gibi iftiralardan da vazgeçmiyorlar.
Bir millet var olma yok olma mücadelesi verirken peşlerinin rahatlığını düşünenlerden klonlananlar yakın tarihimizde parsayı toplamaya başlamışlardı bile. Ortaçağın karanlık haçlı zihniyetinden kurtulamamış olan AB’nin haçlı zihniyeti, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları ile geri tepince hınçları ve hırsları daha da artmış olarak bitmeyen kinle içimizden devşirdikleri her dönemde her sıfata giren bukalemun kılıklı aydın müsveddelerini devreye sokarak ülkemizi adım, adım kendi karanlık zihniyetlerine taşıtıyorlar. Ülkemizin son 50 yılının ve Kurtuluş Savaşı zamanlarının fotoğraflarını masaya yatırıp dikkatlice bakılırsa bu durumun çok açık ve net bir şekilde görüneceği de acı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Kara 12 Eylül öncesi, 12 Eylül’cülerle birlikte emperyalist güçler karanlık oyunlarını Türk gençliği üzerinde uygularken, bu devşirme bukalemun kılıklılar vede peşlerini sevenler istedikleri hayatı rahatça yaşıyorlardı. Bu kara 12 Eylül’cüler ve peşlerini sevenler kendilerini akıllı sanıyorlardı ve kardeş kavgasından kan gölü haline gelen ülkenin durumundan hiç mi hiç şikâyetçi değillerdi. Niye olsunlar ki, devşirme bukalemun kılıklı dostları ile günleri gün ediyorlardı. Ve tabiî ki onlar için hayat güllük ve gülistanlıktı.
Ve artık içimizdeki emperyalizmin uşakları zamanın geldiğini dillendirerek, AB’ye üyeliğin ülke geleceğimizin tek kurtuluşu olacağını işlemekteydiler. İnsanlarımızı düşürdükleri ekonomik yokluğun kurtuluşunu AB’de de olduğunu göstermeye çalışmakta olup ve dini inançları zafiyete uğratılarak pazarlanan ve ekonomik olarak ta dilenciliğe alıştırılan milletimize büyük bir depresyon yaşatmaktadırlar.
Milletimiz de “denize düşen yılana sarılır” misali, yıllarca şuuraltına yerleştirilmeye çalışılan bu düşünceye kapılır ve AB’cilerin ardına düşerler. Ama görülen o ki, bölünmüş Yugoslavya devletçikleri, bazı balkan devletleri ve dahi Kıbrıs’ın rum kesimi AB’ye alınır. Türkiye’ye sıra gelince kırk milyon dereden su getirtilir. Nedeni ise, AB’cilik oynama projesinin daha da olgunlaşması gerekmektedir.
Buradaki sevindirici olay, AB’nin ve diğer emperyalist güçlerin tüm uğraşılarına karşın Türk Milleti sağduyusunu daha kaybetmemiş olmasıdır.
Ey emperyalizmin ve AB’nin yandaşları ve dahi içimizdeki lavrensler, bukalemun kılıklılar ve dahi peşlerini seven devşirmeler, ne yaparsanız yapın Türk Milletinin gazabından kurtulamayacaksınız.
Sağ – sol dediniz olmadı, Alevi – Sünni dediniz olmadı, şimdi güneydoğu ve Kürtlük. Ama oda tutmayacak. Buna emin olunuz. Artık AB bir kurtuluş kapısı olmayacaktır. Takke düştü kel göründü.
Ey emperyalizmin ve AB’nin yandaşları, uşakları, içimizdeki devşirme bukalemun kılıklı soytarılar ve dahi peşleri kıymetli zevat… İyi okuyun!.. Bakın Rahmetli büyük üstat Milli Şairimiz Mehmet Akif yıllar önce ne diyor;
– “Milletim nev–i beşer, vatanım rüy–i zemin! Öyle mi?”
– Biz bu yalanlara inanırsak, ne milletimiz kalır, ne rüy–i zeminimiz! Avrupa’nın vev–i beşerinde ben yoksam,
benim nev–i beşerimde de o yoktur.”
Ey zevat–ı beşer!...
Unutmayın ki, Türk Milleti var oldukça “nev-i beşer, Milletim – ruy–i zemin, Vatanım” olmayacaktır!..
İmsak | 05:42 | ||
Güneş | 07:11 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:30 |