NEREDEN..... NEREYE......
Mahalle ileri gelenlerinden birisi;
“– Bizim belediye başkanımız çok iyi biri. Çok çalışıyor çok. Kasabanın caddelerini betonla kaplıyor. Allah razı olsun. Bizleri çamurdan kurtardı.”
Mahalli ileri gelenleri ve misafirler birden hareketlendi. Vallahi helal olsun. Gerçekten çok güzel işler yapıyor. Gibi destekleyen yüksek perdeden seslerin arasında,
– Bir dakika sayın büyüklerim, bir dakika diyerek diğer sesleri bastırabilmek için daha yüksek bir sesle ayağa kalktım. (Bu davranışım biraz kaba ve nezaket kuralları dışında bir hareket olduğunun farkındaydım ama sesimi duyurmam gerekiyordu.) Bir anda tüm başlar bana döndü ve oluşan sessizlikten de faydalanarak,
– Sizin belediye başkanınız belki iyi bir insan olabilir ama hiç de iyi çalışmıyor. Ve onların; neden iyi çalışmıyor? Sorusuna fırsat bırakmadan,
– Şiran’ın değil caddelerini, çamurlu ara sokaklarını hatta köy yollarını altından asfaltla döşese neye yarar. Üzerinde kim gezecek, kim gidip gelecek. Şiran’ın nüfusu ne kadardı? Şimdi ne kadar? İnsanlar Şiran’dan neden göç ediyor? Bunu hiç düşündünüz mü? Veya çok iyi ve çok çalışıyor dediğiniz belediye başkanınız bunu düşünüp sizlerle paylaştı mı? Bu arada bunları söylerken Şiran’ın caddelerinin betonla kaplanmasına karşı olduğum gibi bir anlam çıkarmayınız lütfen. Aksine bu çalışmayı da canı gönülden destekliyorum. Dolayısıyla bu ilçenin yani Şiran’ın Belediye Başkanı, Reisi, Şehr–ül Emini, birkaç işçinin takibini yapmakla ve iki caddeyi beton kaplamakla görevini yaptığını zannediyorsa çok yanılıyor ve dahi yanılıyorsunuz. Bir ilçenin kalkınmasında öncelikli projelerin hazırlanmasının ve hayata geçirilmesinin çalışmalarının yanında ilçenin eğitim ve sağlık konusunda da öncülük yapmalıdır.
Bu sözlerimden sonra oda sakinlerinden anlaşılmaz seslerin oluşturduğu bir uğultu koptu. Destekleyenler ve karşı gelenler. Herkes bir şeyler söylemeye çalıştığından kimse kimseyi anlamıyordu. Bende bir şeyler söylemek için beklemeye geçmiştim ama onlara göre bir çocuk neler söylüyordu. Alışılmayan bir durumdu. Ve oda sakinlerinin bazılarının baskısıyla (rahmetli) babam tarafından tabiri caizse resmen odadan kovuldum.
Günümüze gelindiğinde de çok farklı olan bir durum yok. Ülke fotoğrafına bakıldığında görülecektir ki, toplum olarak yenileşmeye, gelişmeye hala hazır değiliz ne yazık ki.
Efendim; Adnan Menderes olmasaydı, biz hala çarıkla gezecektik. Süleyman Demirel olmasaydı, barajlar ve boğaz köprüsü yapılmayacaktı. Turgut Özal olmasaydı, köylere elektrik, evlere renkli televizyon girmeyecekti. Turgut Özal’dan önce kara 12 Eylül oldu insanlar zindanlara dolduruldu, asıldı, öldürüldü. Ama kimse neden bu insanlar zindanlara dolduruluyor? Neden asılıyor? Neden öldürülüyor? Diye sorgulamadı kimse! Ve Recep Tayyip Erdoğan gelmeseydi, otobanlar yapılmaz, özelleştirme yapılmaz, devletin kurumları yabancılara peşkeş çekilmez affedersiniz satılmaz, her şey özelleştirme adı altında “babalar gibi” satılmazdı. Bizim giydiğimiz çarıktan kurtulmakla çağ atladığımızın düşünüldüğü zamanlarda bazı ülkeler yeni savaştan çıkıyorlardı. Bizim baraj ve ilk boğaz köprüsünü yaptığımızda çağ atladığımızın sanılması zamanlarında bazı savaştan çıkan ülkeler ağır sanayilerini tamamlamış, dünya ticaretinde yerlerini almışlar ve uzaya uydu fırlatma çalışmalarına başlamışlardı. Bizim köylerimize elektrik evlerimize renkli televizyon girdiğinde çağ atladığımızın hülyasında olunduğu zamanlarda o savaştan çıkan bazı ülkeler artık uzayı paylaşabilme savaşlarına girmişlerdi.
Bizim otobanlarımızın yapılması ve devlet kurumlarının özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekilmesiyle, her zırvanın açılışında başbakanın çağrılmasıyla çağ atladığımızın hayallerinde olunduğu zamanlarda o savaştan çıkan ve uzay savaşına başlayan bazı ülkeler küresel emperyalist güç olmuş ve özellikle İslam ülkeleri üzerinde entrikalar çevirerek yer altı zenginliklerinin üzerine oturdular. Bize de üçüncü dünya ülkeleri örnek gösterilerek yani “ölümü gösterip sıtmaya razı olmak” gibi durumunuza şükredin telkinlerinde bulundular. Ne yazık ki bu telkinle milletimizin bir kısmı uyutuldu ve hala uyutulmaktadır.
Hâlbuki bu ülke 1915 – 1923 yıllarında hiçbir ülkenin yapamadığını yaptı. Yedi düvele karşı verilen Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıktı. Ve ekonomisi bitmiş, sanayi denen hiçbir şeyi yokken gelişme ve kalkınma adına ikinci bir Kurtuluş Savaşı ile 1940’lara kadar dünyanın en hızlı gelişen ülkesi olduğumuz unutturulmuş onun yerine başka ülkelerin iç meseleleri olan konularda tepki gösterme marazası hâsıl olmuştur. Buna “kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözündeki çöpü görmek” denir. Kendi iç meselelerimize duyarlı değilken başka ülkelerin meselelerine yönelik duyarlılık göstermek bence abesle iştigaldir. Tabi bu durum iktidarında işine geldiği için destek veriyor. İnsanlarımızı iç meselelerimizi sorgulamaktan ne kadar uzak tutarsa kendini o kadar sağlama almış oluyor.
Elhamdülillah Müslüman olmakla övünen bir millet olarak “insana biat” etme marazasından kurtulamadığımız müddetçe daha çok otlarız, otlattırılırız. Nereden…… Nereye….. Otlamaya devam…..
İmsak | 05:42 | ||
Güneş | 07:11 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:30 |