banner333

banner309

26.12.2012, 18:49

VADİMDEKİ BOZ DAĞLAR MOR SALKIMLI BAĞLAR

“Sarıkız, gün; Bozkaya’ya yaklaştı mı?” ‘Hayır, nine Kamer’in tarlasının üstünde’ “Öyleyse ikindiye daha var” Anneannem güneşe bakar namazı öyle kılardı. Yedi mahalleli Hasköy’ün Aşağı Havriya Mahallesi bizim köyümüzdü. Camisi yoktu. Ne babamın ne annemin her ikisinin de köyünde yoktu camii. Babamın Köyü Mastra ve devamı aşağıda anayolun üzerindeki; Bağ’dı. Çocukluğum annemin tarafında; dedemin bahçeleri, tarlaları, bağları ve tren vagonu gibi upuzun, içinde; iki taş fırın ve dört ocak olan bağ evlerinin bulunduğu yüz elli dönümlük arazide, meyva ağaçlarının dallarında salınarak geçti. Bize uzak mesafede ise; iki tesadüfen akrabamız daha ve bir de karşı tepede yakın akrabamız Rıfkı Amca otururlardı.Koca bir dağdır; Bozkaya. Son zamanlarda madencilik yatırımları yapan bir medya patronunun Bozkaya’yı satın aldığı söylentisi dillerde dolaşmaya başladı. Çocukluğumun en görkemli silüetiydi; Bozkaya. Sabahları uyandığımda güneş Bozkaya’ya çoktan vurmuş olurdu. Gözlerimi açar açmaz ilk gördüğüm şey o heybetli dağ olurdu. Akşamdan sözleşmiş gibi her sabah, masmavi gökyüzünün engin boşluğuna mağrurca uzanan başına güneşin ilk ışıklarını alarak selamlardı beni. İkimizin arasında kimsenin bilmediği gizli bir anlaşmaydı bu.Onun gibi başka bir dağ yoktu ve tam bizim köyümüzün; dedemin evinin karşısında dimdik dururdu. Şimdi anımsıyorum; o görkemli dağı ne çok uzun uzun seyre daldığım çocukluk günlerimi. Gördüğüm bir dağdan daha öte bir şeydi. Sağlam, sonsuz, eşsiz, güvenilir ve de yalnız. O gökyüzüne başkaldıran görkemiyle geçip gidecek gibi, bozu bomboz karaya çalık dağ; hayal gücümün genişleyip, gelişmesini benzersiz etkileyip, belleğimin kuytularında adına “özgürlük” denen ne derin bir izi kazıyıp bırakmıştı. Bozkaya’nın üstü dümdüz, yemyeşildir. Bahçelik Köyü’nün (Coloşana) yaylasıdır. Suyu Ağustos’ta da buz gibidir ve karpuz atlatır.Şimdi geçmişimize ait ne varsa el birliğiyle silip süpürmenin peşinde olanlarla karşı karşıyayız. Babamın köyünden; topraklarından sonra şimdi de sıra annemin topraklarına mı, geldi, ne yani?             Rumlar mübadelede çekildiğinde geriye kalan şarap atölyelerinin boruları, su değirmenlerinin yerinde de sadece değirmenin taşı kaldı. Büyük dedemin hazineden satın alarak yerleştiği o arazilerde Rumlardan geriye birde tapudaki isimleri ve şarap yapmak için topladıkları üzümlerin bağları kaldı. Camgöz’ün Bağları denilen bahçeler ve ev de dedemden bize kaldı. O bölgede o kadar üzümlük bir arada bulunmazdı. Bu nedenle Dibekli Köyü’ne bağlı mahallenin adı; “Bağ” dır.

Camgöz; bir Rum’muş. Adamın gözünün biri takma ve de diğerinden farklı; daha açık mavi olduğundan ona bu isim verilmişmiş. Küçükken daha çok anneannemin köyünde yaşadım; ama Bağ’a babaannemin yanına gitmek için de can atardım. Bayramları en çok Bağ’a gideceğim için severdim. Çünkü orada daha çok çocuk vardı. Bayramlarda da iyice kalabalıklaşırdı. Amcamın çocuklarıyla “elma kapmaca” oynardık. Önce herkes bir elma ağacı bulurdu. Oyunu yöneten işaret verdiğinde başka bir elma ağacını kapmak için yer değiştirmeniz gerekirdi. Eğer değiştiremez ya da herkes bir ağaç kapmış açıkta kalmışsanız oyundan çıkardınız. Çabuk hareket etmeyi gerektiren, çeviklik isteyen bir oyundu. Sonuna kadar elma ağacı kapmayı başaran oyunun birincisi olurdu. Sırf Bağ’a gidip “elma kapmaca” oynamak için bayramları iple çekerdim. Amcamın yaşça benden küçük kızı İkbal’le üzüm yemeğe giderdik. Amca kızı “d” harfini söyleyemezdi. Elimi bir salkıma uzatsam, “O üzümler güzel geğil” derdi. “ne değil, ne değil?” “güzel geğil” Taş kümesine, “kover” denirdi. Üzümlüklerin bulunduğu yerler de genelde koverlik olurdu. Koverin; yani taşların üzerinde dengeyi sağlamak hayli güçtü. İkbal üzüm bağlarının içinde yaşadığından beş altı yaşında olmasına rağmen üzümün iyisinden anlardı. Güzel üzümleri bulur salkımı bana uzatırdı. Ellerim irili ufaklı; yeşil, sarı, mor taneli salkımlarla buluşunca, bastığım eğri büğrü taşların üzerinde sevinçten zıplardım. Taşlar ayaklarımı incitip, “uflayıp, puflamaya” başlayınca da İkbal kahkahalarla hem güler, hem de daha güzel salkımı bulmak için ağaca sarılan asmanın üstünde güçlükle ilerlemeye çalışırdı. Salkımın iyisi de en uç en sapa yerde olurdu. Olağanüstü çaba ve düşme tehlikesini; yüzüne, gözüne değen, kolunu bacağını çizen dalları umursamadan en güzel üzüm salkımını benim için koparırdı İkbal. Üzüm yemeğe akşamüstleri giderdik. Çünkü öğleyin sıcağında başımıza güneş geçebilirmiş. Öyle söylerdi babaannem. Annesi gitmeden İkbal’e bir sürü iş çıkarırdı. Çabuk bitsin de üzüm bağlarına gidebilelim diye bende İkbal’le koştururdum. Büyükbabam eve döneceğim günden bir gün önce kente gidip bana üzerinde pembe beyaz çiçekleri olan bir kumaş alıp hediye etmişti. Birde kese kağıdı dolusu şekerleme. Annem o kumaştan bana kısa kollu, büzgülü bir elbise dikmişti. Eteklerinin ne kadar kabardığını görmek için kendi etrafımda defalarca dönmekten dengeyi kaybedip düşüp ağlamaya başlar, annemin, “hop ettin, hop ettin” sesini duyunca da susardım. Annemle babamın köylerinin arasında üç kilometre mesafe vardı. Otomobille on dakika sürüyordu. Yürüme tam bir saatti. Asfalt yolda yürüyordunuz. Gelip geçen arabalar durup sizi alır ya da siz durdurursunuz. İki köy arasında Aşağı – Yukarı Godil (Dibekli Köyü) ve Konar (Gümüşkaya Köyü) vardır. Köyler Kara Mustafa Deresi ya da Musalla Deresi denen dere boyunca sıralanırdı. Kara Mustafa’dan gelen derenin suyuyla, Afsallı’dan gelen dere suyu Musalla Köyü’nde birleşirler. Geçtiği köylerin adını alan İkisu Köyü’nde de Gümüşhane’den gelen Harşit Çayı’yla karışarak köye de adını veren; İkisu Deresi, Tirebolu’ya kadar başka küçük derelerin kollarını da kendisine katıp, Tirebolu’dan Karadeniz’e dökülür. Dereleri, dağları, bağları, çehresi değişmekle kalmayıp, şimdi de kültürel geçmişimizden, çocukluğumuzun silüetinden koparılmaya çalışılıyoruz. İsteyen herkesin çıkıp gidebildiği; ama içlerinden çıkaramadıkları bu vadi kent zamanın öyle bir yerinde sarıp sarmalarda ki insanı; dağı taşı, uçan kuşu, dereyi, tereği, yolu izi bir an önce görmek için adımlarınız hızlanır. Bağ evinin toprak yolunu hayal ettiğim günle, bavulumu hazırlayıp yola koyulmama kadar aradan birkaç ay geçti. Görme isteği veren bu yazıyı buraya gelmeden önce İstanbul’da yazmıştım. “Bir belgesel çekip, biraz da dinlenip gideriz” dedik; bela geldi başımıza. Şimdi daha yorgun hissediyoruz. Evrenin ruhu başınıza geleceklere sizi hazırlıyormuş bir yandan. Özlem duygusuyla yazılmıştı bu yazı. Şimdi coğrafi ve kültürel koordinatların belli edilmesi daha öncelikli oldu. Çünkü Koza Altın Madeni’nin ikinci siyanür havuzu yapmak için Mastra’daki mezarlıkları devlet eliyle söktürtmesi; bu vadi kentin üzerinde yapılacak daha nice tahribatların ayak sesleridir. Yıllar sonra buralara gelecek hemşehriler için; dağı taşı, uçan kuşu, dereyi, tereği, yolu izi iyice belli edelim de bari evin yolunu bulabilsinler.  

Sevim Dabağ

[email protected]

P.K. 171 Şişli / İstanbul

Yorumlar (0)
2
az bulutlu
Namaz Vakti 22 Kasım 2024
İmsak 05:41
Güneş 07:09
Öğle 12:13
İkindi 14:44
Akşam 17:07
Yatsı 18:30