12 Eylül ve PKK Çekilme Sürecini Değerlendirdi !
MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri’nin 12 Eylül 2013 Tarihinde Yaptığı Suriye Kaosundaki Son Gelişmeler ve PKK’nın Çekilmesinin Durdurması Konusunda Yaptığı Basın Toplantısının Metni
Bugün 12 Eylül 1980 askeri darbesinin 33. Yıldönümüdür. 33 yıl önce bugün demokratik bir hükümet, askeri bir darbeyle yönetimden uzaklaştırılmıştır. 12 Eylül 1980’de demokratik kültür ve demokratik siyaset kesintiye uğramıştır.
12 Eylül idealizmi yıkmış oportünizmi siyaset olarak inşa etmiştir. Siyasetten ekonomiye, kültürden eğitime bütün kurumları 12 Eylül darbesi tarafından dizayn edilmiştir.
12 Eylül darbesi bir neslin imha etmiş, ağırlığı gelecek nesillerin de omuzu üzerine yüklenmiştir. Bugün karşılaşılan bütün sorunların kaynağında 12 Eylül askeri darbesinin etkileri vardır.
Darbeler, totaliter ve baskıcı yönetimler toplumların geleceğini bloke ederler. Demokratik düzenin karşılaştığı sorunların çözümünün daha fazla demokrasi olduğu bilinci içinde olan toplumlar darbelerle karşılaşmazlar. Darbenin Türkiye’de eski bir hikayesi kalmasını dilerken, 12 Eylül darbesinin kurbanlarını saygıyla anıyorum!
Tayip Erdoğan’ın Suriye Takıntısı
Başbakan Erdoğan, ABD ziyareti öncesinde Cenevre görüşmelerini “ipe un sermek” olarak nitelendirmişti. Ardından da “ABD, Suriye’ye karadan girerse destek veririz” deyivermişti. Diplomasi konusunda yapılacak olanın “İpe un sermek” olarak niteleyip Suriye’ye karşı bir an önce askeri bir harekata geçmek AKP’nin önceliği olmuştur.
Kimyasal gaz kullanımı dolaysıyla Başbakan Erdoğan bir kez daha Suriye’ye müdahaleye en fazla iştahlı lider olarak ortaya çıkmıştır. Suriye’ye ABD’nin planladığının çok ötesinde sınırlı değil sınırsız, geçici değil kalıcı, kısa süreli değil uzun süreli, rejimi cezalandırmak için değil yok etmek için müdahale çağrısından bulunmuştur.
Başbakan Erdoğan G-20’ler toplantısının öncesinde de açıkça “Suriye’yi vuracak her türlü koalisyona varız…/…Suriye’den gelen her türlü saldırıyı karşılamaya hazırız” demiştir. G-20’ler toplantısında katılımcı ülkelerden umduğunu bulamayan Erdoğan, toplantının arkasından “komşuda yangın başlamıştır ilk vuracağı kim, biziz. O yüzden yangını söndürmemiz lazım” demişti.
Böylece Başbakan Erdoğan, Suriye’yi Türkiye’ye düşman ve ilk hedef yapma başarısını gösterdiğini resmen itiraf etmiş oluyor. AKP’nin dostluktan düşmanlığa, ifrattan tefrite savrulan dış odaklı sarkaç politikasının Türkiye’yi getirdiği yer burasıdır.
Suriye’de ABD/İsrail Operasyonunun Parçası Olmak!
Suriye ya da Mısır’da yaşananlar küresel gerçek ve stratejilerden izole edilerek anlaşılamaz. Bugün Suriye’de Esad karşıtı olarak oluşturulan koalisyon, diğer dış unsurların yanında CIA ve Mossad’ın desteğiyle Afrika’dan ve diğer İslam ülkelerinden militan devşirerek isyanı teşvik ettiği bilinmektedir. Bu dış destekli iç savaşta Müslüman Müslüman’ı katletmekte, İslam ülkelerinin kaynakları tüketilmekte, İslam’ın tarihi ve kültürel mirası mahvedilmektedir. Rejimleri bahane edilerek her hangi bir İslam ülkesinin bombalanması herhangi bir Müslümanın kabul edeceği bir iş değildir.
Bu gerçeğe rağmen ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry, Türkiye’nin Suriye’ye müdahaleye ne denli arzulu olduğunu “NATO üyesi Türkiye, operasyonun parçası olmayı önerdi” diyerek ifade etmiştir.
ABD’yi ve müdahale taraftarları olan kesimleri Suriye’de Esat sonrası “daha iyi olacak” diyerek müdahaleye ikna etmek için ye çalışmıştır.
Başbakan Erdoğan, "Esed giderse ne olacak" sorusuna “Çok daha iyi olacak. Şu an ki yönetimden çok daha kötü olmayacaktır” şeklinde cevap vermiştir.
Suriye’de Son Anda Değişen Denklem
Suriye’ye operasyon için Obama’nın Kongrenin vereceği kararı beklediği, İsrail’in kararın kongreden olumlu çıkması için lobi yaptığı, TC’nin Başbakanı Erdoğan’ın ise “muharip güç mü lojistik destek mi şartlar belirler” diyerek beklenti içine girdiği bir dönemde bütün beklentileri alt üst eden yeni bir gelişme yaşandı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un Moskova’da Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim ile görüşmesi sırasında yaptığı “Kimyasal silahlarınızın tümünü bize devredin” önerisine, Velid Muallim’in ‘kabul’ demesi bütün denklemleri bir adan değiştirdi.
Velid Muallim, Şam’ın kimyasal silahlarını Rusya’ya, Birleşmiş Milletler’e ve ‘diğer ülkeler’e devredeceğini bildirdi.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ‘bir vakit kazanma taktiği’ olmaması gerektiği üzerinde durdu ve “Çabuk, gerçek ve doğrulanabilir olması gerekir” dedi.
Avrupa ülkelerinden de teklife olumlu tepki verdiler. Fransa, Suriye'nin kimyasal silahlarının imha edilmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne bir tasarı sunmaya hazır olduğunu açıklarken, Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, "Rusya'nın önerisini destekliyoruz, kimyasal silahların yok edilmesi konusunda da yardıma hazırız" dedi. İngiltere Başbakanı David Cameron, teklifin uygulanmasındaki sorumluluğun Rusya ve Suriye'ye ait olduğunu söylerken, Arap Birliği ve Çin de Rusya'nın tasarısını olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi.
Suriye’de ki yeni gelişmelere yalnızca Davutoğlu tepki gösterdi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, son gelişmeleri “kozmetik” bir yöntem olarak nitelemiş ve ABD’nin Suriye’ye müdahaleyi geciktirmesini Esat rejimine “zaman kazandıracağını” ifade ederek “Beşar Esad’ın bundan sonraki katliamlarına yeşil ışık yakıldığını” söylemiştir.
Türkiye açısından Suriye’nin kimyasal silahlarının kontrol altına alınması, büyük önem taşıyor. Dolayısıyla bu gelişme Ankara için memnuniyet verici.
Ama öyle anlaşılıyor ki, Türk yetkililer bunu yeterli bulmuyor. “Kimyasal katliam” olayından beri hükümet, Suriye’ye karşı sadece Esad’ı cezalandırmak için değil, rejimini alaşağı etmek için doğru dürüst bir askeri müdahalenin yapılmasını talep etmiştir. Başbakan ve Dışişleri Bakanı defalarca olası askeri harekâtın kısa ve sınırlı değil, kapsamlı ve sonuç verici şekilde yapılması gerektiğini savunmuşlardır.
Suriye’ye askeri harekât ihtimali, geçen iki haftaya oranla çok daha zayıf hale gelmiştir.
Suriye’ye ‘sınırlı’ ve ‘dar kapsamlı’ bile olsa, askeri harekât yapmaya istekli olmayan ABD Başkanı Barack Obama, bu gelişmenin üzerine Kongre’den çok istemiş olduğu ‘askeri harekâta onay’ oylamasını geciktirme talebinde bulundu. Obama, “Irak ve Afganistan’da olduğu gibi açık uçlu bir eyleme girişmeyeceğim. Libya ve Kosova’da olduğu gibi uzun süreli bir hava harekâtı yolunu izlemeyeceğim” dedi.
Bundan sonra ABD, Suriye’ye askeri harekâta girişse bile, bu, hiçbir şekilde Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi olmayacak. ‘Kosova türü hava harekâtı Tayyip Erdoğan talep etmişti ve bu talep ABD’den karşılık görmemiştir.
Başbakan Erdoğan, ABD’nin başını çekeceği ‘herhangi bir koalisyona katılmaya hazır olduğu’ biçiminde bir tavrın uluslar arası diplomaside örneğine rastlanmayacak teklifi de muallakta kalmıştır.
Kabul Edilemez, Sürdürülemez, Sindirilemez Dış Politika
Müslüman bir ülkenin işgali için ABD’yi bombalamaya çağıran dış politikası kabul edilemezdir. Rejimi yüzünden Suriye halkının tümüyle cezalandıracak operasyonlar en az kimyasal kullanmak kadar insanlık dışıdır. Başbakan Erdoğan’ın Suriye’ye karşı izlediği siyasetin küresel ve bölgesel karşılığı yoktur. Erdoğan/Davutoğlu ikilisi Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edecek gelişmelere çanak tutmaktadır. AKP’nin kör/dar zihniyeti, Suriye’deki barışı Esat’ın iş başından uzaklaştırılmasından ibaret olarak görmektedir.
Bölgesel ve küresel gelişmeler, Davutoğlu/Erdoğan ikilisinin söylem tutum ve öngörülerinin tam aksi yönünde gerçekleşmektedir. Başbakan Erdoğan, ayak üstü kararlarla şekillenen sürekli hayal kırıklığı yaratan bir dış politika izlemektedir. AKP’nin öngörüsüz, hedefsiz ve sonuçsuz dış politikası kabul edilemez, sürdürülemez ve sindirilemezdir.
Türkiye’nin mevcut tutumu Suriye’deki iç kanamanın artmasından başka bir işe yaramaktadır. Suriye’deki iç kanamadan yalnız İsrail’in yararı vardır.
Erdoğan/Davutoğlu özelinde yürütülen dış politika Türkiye dış politikası olmaktan çıkmıştır. Kişisel, öznel ve yüzeyseldir. Bu politikadan süratle vaz geçilmelidir.
Çözüm Edebiyatı: Gaflet ya da İhanet
Geçen gün, “PKK’nın bölgedeki varlığının sistematik bir “kamusal düzene” dönüştüğü” basına düşen haberler arasındadır. PKK bölgede devlet gibi vergi tahsil ediyor ve ceza kesiyor. Bölgeye yatırım yapan bazı iş adamlarına ‘Kürdistan’da çevreyi tahrip ediyorsunuz, onun için de tazminat ödeyeceksiniz’ diyor ve racon kesiyor. Başbakan Erdoğan’ın bu durumdan Akil adamları vasıtasıyla haberdar oluyor. PKK’nın yüzde on çevre vergisi kesmesine, AKP’nin ramazanda verdiği iftar sırasında çözüm ortağı PKK’ya Başbakan Erdoğan, “yüzde on da ne oluyor?” diye sesleniyor.
PKK’nın maliyesini kurup, vergi topladığı istihbarat kaynaklarının raporlarına da yansımıştı. PKK, devletten okul, hastane ihalesi alan müteahhitten, ihale bedelinin %10’u kadar vergi alıyor. Karakol yapan müteahhitten ise %30 vergi tahsilatı yapıyor. Ödemeyi geciktirene faiz uyguluyorlar. Eksik beyan verenler cezalandırıyor. Haraç vermeyenin de şantiyesini yakılıyor. Bir esnafa ulaştırılan haraç mektubunda “Mardin Eyalet Komutanlığı” ibaresi altında “sizin için uygun görülen miktar 10.000 dolardır. Mektupta belirtildiği üzere bu paranın 10 gün içinde elimize ulaşması gerekiyor!” diye tehdit ediyor.
PKK bunlarla da yetinmiyor, ‘baraj ve yol yapmayacaksınız, karakol inşaatlarını durduracaksınız, özel kuvvetleri lağvedeceksiniz, koruculuk sistemini dağıtacaksınız’ diye devlete dayatmada bulunuyordu.
AKP, “çözüm süreci” bağlamında artık tabut gelmiyor diye sevinirken PKK bölgede devletin otoritesini üstlenmek için örgütlenmesini en üst düzeye çıkarıyor. Bu bağlamda PKK, Öz Savunma Gücü adı altında asayiş birlikleri meydana getiriyor. Bunu Kürt ve Kürdistan’ın varlığı ve “özgür yaşam” için “tarihi bir sorumluluk” olarak ilan ediyor.
Bir çeşit yer altı devleti olarak inşa edilen PKK’nın YDGH’si yayınladığı bildiride "Çözüm süreci nedeniyle rehavete kapılmayın" uyarısı yapıyor. Ordu ve polisiyle “sömürgeci” olarak ilan ettiği TC devletini ve bütün kurumlarının bölgeden çıkarılacağını açıkça ilan ediyordu. İşi teröristler için “şehitlikler” inşa etmeye kadar varıyordu.
Halk Bu “Çözüm Sürecini” Destekliyormuş!
Yukarıdaki sonuçları doğuran böyle bir süreç çözüm değil olsa olsa yıkım süreci olur. Başbakan Erdoğan “Çözüm sürecinde çok ciddi sıkıntı olacağına ihtimal vermiyorum. En önemlisi halk sürecin devamını istiyor” diyor. Başbakan Erdoğan’ın hangi halkın böyle bir çözüm sürecini desteklediğini açıklaması gerekiyor. Yunan Halkı mı? Hititler mi? Yoksa katliamcı PKK örgütünün adamları mı?
Bölgeden Türkiye Cumhuriyeti devletini sökmeye, PKK’nın sivil örgütlenmesini tamamlamaya, örgüt otoritesini pekiştirmeye ya da örgüt etkinliğini artırmasına destek verecek herhangi bir evladı Türk anaları henüz doğurmamıştır!
AKP, TC kavramını tabelalardan silerken ve “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözlerini PKK’ya jest olsun diye anıtlardan sökerken bu halkın kendisine verdiği destekle yapıp yapmadığını da açıklaması gerekiyor.
AKP, PKK, BDP Aynı Safta!
AKP, halkta örgüt sınır dışına çekiliyor ve silah bırakacak beklentisi yaratırken PKK da AKP sayesinde edindiği fiili meşruiyetten yararlanarak dağa binleri aşan insan devşirmiştir. Sözde sınır ötesine çekilen PKK’lı kuryeler, bu bağlamda dağa insan götürürken yakalanıyor, bu konuda aileler arasında çatışmalar ve ölümler meydana geliyordu.
PKK’nın Kandil’deki elebaşları hükümete birinciden ikinciye hatta “üçüncü aşamaya geç” baskısı yaparken İmralı’daki ele başısı statüsünü “araçsallık”tan “stratejik” boyut için çağrı yapıyordu. BDP de baskıyı artırmak için “hükümet durma adım at” mitingleri düzenliyordu.
PKK bununla da yetinmiyor, hükümete 1 Eylül tarihini veriyor ve taleplerini legalleştirecek adımları atmazsa sözde çekilme sürecini fiilen sona erdireceğini ilan ediyordu. AKP hükümeti PKK’ya ‘durumu idare et’ anlamına gelecek türden çağrılar da bulunuyordu.
Başbakan Erdoğan ve akıl daneleri sonuçta çekilmenin önce yüzde on, sonra da yirmilerde olduğunu açıklıyor. PKK tarafı ve yandaş kesimi ise ‘çekilme olmadan, silah bırakmadan iktidar gereğini yapsın’ anlamına gelen açıklamalarda bulunuyordu.
Sonuçta PKK’lılar 200 kilo patlayıcıyla yakalanıyor ve Kandil’deki Bayık da “çekilme sürecinin durdurulduğunu” açıklıyordu.
Başbakan Erdoğan’dan İtiraflar!
Başbakan Erdoğan, “bazı şehirlerde örgütün kendince “asayiş” birimleri oluşturduğu iddiası gerçek ama bir kısım medya tarafından abartılıyor” diyor.
Şu sözler de bu ülkenin başbakanına aittir: “Örgüte bazı katılımlar olduğu da doğru ama bunun propagandasını yapıyorlar”.
Ülkede “asayiş” birimleri kurulduğunu söylüyor. Devlet içinde devletleşme yapısı anlamına gelen terör örgütünün asayiş birimleri kurmasını değil bunun abartılmış olmasını, Başbakan Erdoğan sorun olarak görüyor.
Başbakan Erdoğan, yakınıyor, suçluyor, itham ediyor. Sorumlu bir devlet adamı önce yönetimindeki bir yerde her hangi bir örgüt nasıl olur da “asayiş birimi” kurar, bunun hesabını verecek yerde olanı biteni küçümseyerek halktan saklıyor.
Başbakana göre terör örgütü “önce sınırın dışına çekilecek sonra da silah bırakacaktı”. Çekilmenin göz boyamaca olduğu aksine örgüte katılımların arttığını yine Başbakanın kendisi söylüyor. Başbakan bundan rahatsızlık duyacak yerde, bunun siyasi sorumluluğunu üstlenecek yerde bu durumun propagandasının yapılmasından rahatsızlık duyuyor.
Başbakan Erdoğan, “BDP’nin açıklamaları İmralı ile uyumlu. Sanırım mesajlar Kandil’e geç ulaşıyor. Ya da acele ediyorlar. Bizden 4 partinin uzlaşamadığı hususlarda yasa çıkarmamızı istiyorlar. Diğer partilerin kabul etmediğini bize fatura etmeye çalışıyorlar”.
İmsak | 05:43 | ||
Güneş | 07:12 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:29 |