Niye kesiyorsunuz ben de Müslümanım!
Suriye'de haber peşinde koşarken esir alınan gazeteci Bünyamin Aygün, 40 gün süren tutsaklığı boyunca yaşadıklarını, ilk kez duyacağınız detaylarla anlattı.
Suriye’de haber peşinde koşarken esir alınan gazeteci Bünyamin Aygün, 40 gün süren tutsaklığı boyunca yaşadıklarını, ilk kez duyacağınız detaylarla anlattı
Bünyamin Aygün, Suriye’de haber peşinde koşarken esir alındı. Tam 40 gün ondan haber alamadık. Kurtulsun diye imza kampanyası başlattık, yürüyüş yaptık. Pazar günü o bırakılmadan önce gazeteci arkadaşlarının yaptığı yürüyüşü hatırlayınca gözlerinin içi gülüyor. “Beni 2-3 gün daha tutacaklardı, o yürüyüş sayesinde pazar günü bıraktılar” diyor. Kurtarılmasında payı olan herkese çok teşekkür ediyor... Bünyamin Aygün 40 gün süren kaçırılma hikâyesini anlattı.
Ne zaman gittin Suriye’ye?
26 Kasım’da. Aynı gün kaçırıldım.
Neredeydin kaçırıldığında?
İdlib’e bağlı Salkin kasabasında.
Oraya neden gitmiştin peki?
Heysem Topalca ile röportaja.
Heysem Topalca kim?
Özgür Suriye Ordusu’nun silah tedarikçisi.
Nasıl bağlantı kurdun onunla?
Ben Özgür Suriye Ordusu’nun sivil sözcüsüyle bağlantı kurdum. Ona yönlendirdiler. Normalde 26’sı sabah gidip akşam dönecektim. Çünkü bölge çok tehlikeli. Suriye’ye Hatay’ın Yayladağı İlçesi’nden girdim. Röportajımı yaptım. Sonra Heysem “Benimle de röportaj yapacak mısın” diye sordu. (Heysem’in silah temin eden adam olduğunu da orada anladım.) “Gazete yönetimine sormam lazım” deyip haber müdürünü aradım. “Git” dediler. Adam İdlib’deydi. Oraya da mesafe karayoluyla 2-2.5 saat. Bu adamı Türk polisi arıyor, MİT arıyor, Beşar Esad arıyor, bize vereceği bilgiler önemli. Tamamen gazetecilik refleksi. Yayladağı’nda yanıma 2 silahlı adam geldi, yolda birini daha aldık. Üçü de “Niye korkuyorsun yanında biz varız” diyorlardı. Esad gazeteci istemiyor o bölgede. “Gelene casus muamelesi yaparım” diyor. Dolayısıyla, karayoluyla seyahat etmek çok tehlikeli. Neyse Heysem’le buluştuk. “Yiyecek bir şeyler alalım” dedik. Hem yemek yiyeceğiz hem de röportaj yapacağız, fotoğraf işini halledeceğiz. Sonra döneceğim. Tavuk, pilav aldık röportaj yapacağımız eve doğru yürürken bir panelvan önümüzü kesti. Onun arkasında da bir cip, 8 maskeli adam indi. Kafama kar maskesi geçirdiler, ellerimi arkadan kelepçelediler, arabaya bindirdiler.
Peki o karmaşada sen ne söyledin adamlara?
Hiçbir şey. “Allah’a kaldım” diyorsun içinden.
Aralarında nece konuşuyorlardı?
Arapça. Saatler sonra gözümü açtılar. Baktım Heysem’i de almışlar.
Ne soruyorlardı peki?
“Neden buradasın? Neden pasaportunda hep Ortadoğu damgası var? Gazze’ye niye gittin? Bir gazeteci bombardımanda ne cesaretle Gazze’ye gider? Mısır’a niye gittin? Darbe sonrası Mısır’daymışsın. Beyrut’a niye gittin? Suriye’de Çerkez operasyonu olmuş, o uçağa nasıl bindin? Sen nasıl bu işlerin içindesin?”
Peki sorulara bekledikleri cevapları vermediğinde nasıl tepki gösteriyorlardı?
Sen ne dersen onlar kafasını sallayıp not alıyor. Sonra başkaları geliyor, yine aynı soruları soruyor. Kredi kartlarımın limitine falan baktılar. Evim, otomobilim var mı diye de... İlk 15 gün “Madem gazetecisin, neden hâlâ bu adam kayboldu diye haber yok? Yoksa Türk değil misin? MOSSAD ajanısın. İsmin de Benyamin” dediler. Kimlikte adım Bünyamin Mahmut, “Mahmut’u bizi kandırmak için eklemişsin” dediler.
Seni nerede tuttular?
Kaldığımız yer sürekli değişiyordu. Cezaevi değil, bildiğiniz ev. Ama işte evin bodrumu, odunluk olarak kullanılan yerler. Misafir odasında ağırlamıyorlar yani. Kendi kaldıkları yerler de çok lüks değildi zaten.
Nerede yatıyordun peki?
Şilte gibi şeyler vardı. Üzerinde minder, onun üzerinde de battaniye. Ama çok soğuk. 1 değil 5 battaniye de olsa ısınamazsın...
Nerelere götürdüler peki?
Bazen köy gibi yerlere gidiyorduk ama tabii gözlerin hep bağlı olduğu için bilmiyorsun.
Gözlerin sürekli bağlı olunca gece mi gündüz mü onu da bilmiyorsun herhalde...
Namaz kıldırdıkları için sabah namazından akşam namazına geçen süreyi hesaplıyorsun.
Namaz kılmaya zorluyorlar mı?
Zorlamasalar bile, sen onlara iyi görünmek için kılıyorsun. Sorguda her şeyden önce ilk sordukları şey “Fatiha’yı biliyor musun, biliyorsan oku”.
Namazı gözün kapalı mı kıldırdılar?
Yok açıyorlar.
Namaz kılmayı bilmeseydin ne gelecekti başına?
Öğretirlerdi. Fatiha’yı bilmen yeterli.
Günlük hayatını nasıl geçiriyordun peki?
Sabah uyanıyorsun, tuvalete götürüp gözünü açıyorlar. Tuvaletten sonra abdeste götürüyorlar. Ondan sonra odana geliyorsun, namazını kılıyorsun. Bazen yalnızsın bazen yanında 2-3 kişi oluyor. Yatıyorsun çoğunlukla. Zaten yatmanı istiyorlar. “Ne yapacaksın ayakta? Kaçacak yer mi arıyorsun” diyorlar. Onlar geldiğinde oturmak zorundasın, oturan insan daha az tehlike arz ediyor. Ayakta olman saldırı pozisyonu onlar için. “Kuran okurum” dersen, veriyorlar okuyorsun. Türkçe içerikli kitaplar getirdiler. Tövbe etmeye yönelik vs.
‘Dört duvar arasında tek başınasın’
Senin alanında gazetecilik yapan arkadaşlarımız için risk her zaman vardır ama kaçırılma söz konusu olduğunda insan ne hissediyor? Her gün muhasebe yapıyorsun. Dört duvar arasında tek başınasın. Gözlerin kapalı, yanında kimse yok, olsa da ne dediğini anlamıyorsun. Sürekli bir muhasebe içindesin.
Dışişleri Bakanı’nı rüyanda görmüşsün...
Sadece onu değil, bizim haber araştırma müdürünü gördüm. İlk gün ellerimi tuttu “Yanındayım, korkma” dedi. Ama o nasıl bir sıcak tutuş. Anlatamam... Uyandım, “Ya dedim o eli bir daha tutayım”. Diğeri de Yurttaş Tümer, bizim fotoğraf servisi müdürü. Ayrılmıştı gazeteden. Rüyamda geri döndüğünü gördüm. “Senin yüzünden bütün işlerim yarım kaldı, seninle uğraşıp duruyorum” diyordu. Gerçekten de ben kaçırılınca işini gücünü bırakıp gazeteye dönmüş.
Ne zaman endişelenmeye başlamışlar?
İlk günden başlıyorlar merak etmeye. Telefona cevap vermeyince daha beter meraklanıyorlar. Suriye gibi yerlere giderken uydu telefonunu alırız yanımıza, bir şekilde bağlantıyı koparmayız. Yurttaş “O derinlere inmiştir, çıkar gelir” diyor ama 5-6 gün haber çıkmayınca o da meraklanıyor. Yurttaş ve Pınar’ın girişimiyle İHH devreye giriyor. Yayın yönetmeninin girişimiyle Başbakan devrede. Ama bunu rüyamda görmem tuhaf. MİT, İHH “Muhtemelen şurada, burada, hayatta” diye bilgi alıyor. Bir süre sonra Yurttaş, “Tamam” diyor “hayatta ve kurtulacak”. Dışişleri’nden haber alınca bırakıp gidiyor. Ben o gece rüyamda Yurttaş’la kavga ediyorum. “Hani sen gazeteye dönmüştün benim için” diye.
Sen bildiğin evliya olmuşsun!
Evliyalıktan değil ya, Türkiye’den edilen duaların bir şekilde bana yansımasıydı.
‘Son gün silah sesleri çok yaklaşmıştı’
Peki son 3 gün sırf ekmek-suyla beslenmişsiniz. Anlamış mıydın kurtarılacağını?
Son 3 gün domates ekmek. Anladım ki ikmal yolları kapandı, yiyecek gelmiyor. Durum ciddi. Bu hem sevinilecek hem de korkulacak bir şey. Bunlar kaçacakları zaman, esirleri öldürüp kaçacak. Esir ayakbağı olur çünkü. Serbest de bırakmayacağına göre... Son gün silah sesleri çok yaklaştı. Pazar sabah yatıyordum, kapı açıldı, içeriye 15 sakallı adam girdi. “Türk nerede” diyorlar. Yüzleri de açıktı, bunlar “infazcı” diye düşündüm. “Tamam beni öldürmeye geldiler” dedim. Beni kurtarmak için geldiklerine inanmadım. “Kurtarmaya geldik” demediler. “Neden buradasın” diye sordular. “Bizimle gel” falan dediler. Ben de “Yok burada iyiyim, zaten karnım ağrıyor, böyle iyi” dedim. O süreci yeniden yaşamamak için gitmek istemedim başta. Sonra “İstanbul, İstanbul” demeye başladılar. Dalga geçiyorlar sanıyorum. Zaten dalga da geçtiler. “Bak bu o işte” falan dediler. Sonra kapı açıldı içeriye Heysem girdi. “Abi, inşallah kurtuldun, dua et. Senin pazalıkların devam ediyor” dedi gitti. Bir süre sonra geri geldi. Sonra beni esir tutan adamlar bunların esiri oldu. Bunları önüme dizdiler, “Hangisi sana kötülük etti” diye sordular. “Hiçbiri kötülük etmedi” dedim.
Etmemişler miydi?
Hakikaten kötülük etmediler. Etselerdi de, herhalde “Etmediler” derdim.
Çok korktun mu?
Çok korktum tabii.
Peki “Son bir telefon edeyim, oğlumla konuşayım” gibi şansını zorlamadın mı?
Biraz yüz bulunca Türkçe konuşabilecek olanlara “Abi bir telefon” diyordum. Yanıt hep “Bakarız, inşallah edersin ama şu an zor” oluyordu.
‘40 günde 13-14 kilo verdim’
Sorguda nasıl davranıyorlar?
Dizlerinin üzerine oturuyorsun. Karşında biri sandalyede oturuyor ya da yürüyor, bilmiyorsun gözlerin kapalı. “Doğruyu söyle” diyorlar. Profesyonel sorgulayanlar daha yumuşaktı. Korktuğunu anlıyor.
Türkçe mi konuşuyorlardı seninle?
Hayır, tercüman oluyordu.
İnfaz kararı verilince ne yaptın?
“Niye kesiyorsunuz ben de Müslümanım” dedim.
Karar sana söylendikten sonra nasıl hissettin?
Uyuyamıyorsun, yemek yiyemiyorsun, 40 günde 13-14 kilo verdim. Her geldiklerinde “Bir şey olacak” diye endişeleniyorsun. Demir kapı açılıyor, anahtar, kelepçe sesi.
Daha önce böyle bir ortamda bulunmuş muydun?
Hayır.
İnsan oradan çıktıktan sonra kendini güçlenmiş mi hissediyor?
Bilmiyorum ki güçlendim mi, daha zayıf mıyım?
Yine gider misin?
Belki gazeteciliği bırakırım... Belki de giderim, bilemiyorum.
En çok neyi özledin?
O süre bana bir asır gibi geldi. Kurtarıldıktan sonra bizim gazeteden arkadaşlarla buluştuk, 3 demlik çay içtim. Hatay’da Suriye’ye giderken kaldığım otelde kaldım. Odaya girince çarşaflara dokundum, ama yatağa yatamadım. 40 gün aynı kıyafetleri giydim, sadece bir kez yıkandım. O yüzden duşa girdim ama kendime sürekli “Bu gerçek değil, rüyadayım” diyorum... 40 gün, 40 yıl gibi geldi.
Kaynak.Kösenin Sesi
İmsak | 05:44 | ||
Güneş | 07:13 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:43 | ||
Akşam | 17:05 | ||
Yatsı | 18:29 |