Gümüşhane İzlenimleri
09.02.2022 Çarşamba.
Güneşli bir kış günü sabahında Karaer Mahallesindeki evimizden anneme beyaz gelinliğini giydirmek için Devlet Hastanesine doğru yola çıktık.
Birkaç ay önce hizmete açılan bu hastaneyle ilgili hayli eleştiriler okumuştum medyadan.
Öyle ki hastanenin yeri ve yolu hakkında çok şeyler yazıldı çizildi!
Yolda ilerlerken kendi kendime “Çok uzak değil 10 dakika sonra gözlerimle göreceğim” diye cümleler geçti zihnimden.
Bağlarbaşı semtine varmadan Harşit Çayının üzerindeki köprüden geçip dik ve virajlı yoldan ilerleyip zar zor vardık hastanenin önüne.
Ana yolun mülkiyet problemleri nedeniyle açıl(a)madığını çalışmaların hala devam ettiğini söyledi yetkililer.
Bitmeyen bir yol hikayesi anlayacağınız!
İlginç olan, altyapısı tamamlanmadan, her gün binlerce insanın gelip gittiği bir kurumun hizmete açılmış olması!
Oysaki hastane kolayca ulaşılabilir olmalı!
Bazı acil vakalarda saniyelerin önem kazandığı gerçeğinden hareketle hastanenin şehrin dışında böyle bir alana yapılmasına karar verenler ne düşündüler acaba?
Okuduğum haberlere göre hastane maliyeti kadar yüksek miktarda paranın da, kayan zemin için harcanmış olması!
Neyse…
Hastane içerisinde acılı yüreğimle morga doğru yürürken göz ucuyla gördüğüm çalışma odalarındaki manzara düşündürücüydü!
Duvarlarda çatlakların olduğu, sıvaların döküldüğü ve kalorifer tesisatının çalışmadığı, bazı bürolarda ise petek dahi konmadığı görülüyordu.
Bu kadarda olur mu? Demeyin.
O soğuk ortamda çalışanların odalarını ısıtıcıyla ısıttıkları ilişti gözüme!
Bürolardaki memurlara “Bir dokun bir ah işit” derler ya. İnanın öyleydiler.
“Sesimizi duyan yok bari siz köşenizde bunları dile getirinde yetkililer duysun” sitemlerinde sonuna kadar haklıydılar.
Söz verdim yazmak için…
İnsan sormadan edemiyor!
Neden aceleye getirilerek hastaneyi açmışlar?
Yöneticiler bir zahmet oturdukları koltuklardan kalkıp personelinin hangi şartlarda çalıştıklarını iki üç kat aşağıya inip görseler!
Üzülmemek elde değil!
Kamu idarelerinde hep söylenir ya liyakat!
Tüm mesele bu işte!
XXX
11.02.2022 Cuma
Annemin vefatından dört gün sonra.
Eskişehir’e dönmeden bazı resmi işlemler için yolum Hükümet Konağında bulunan Nüfus, Kadastro, Tapu ve Vergi Dairelerine düştü.
En üst yöneticiden memuruna kadar güler yüzlü, çalışkan işini düzgün yapan personele teşekkür ediyorum.
Marifet iltifata tabi.
Hastanedeki durumun tam tersi.
Kadastro Müdürü Uğur Orak Bey, Tapu Müdürü Enver Çelik Bey, Nüfus Müdürü Ruşen Kalaycı Bey ve personelleri o kadar sistemli ve düzenli çalışıyorlar ki memnun olmamak elde değil.
İşler saat gibi tıkır tıkır işliyor.
Size verdikleri saatte orada bulunmanız yeterli.
Klasik devlet anlayışındaki ” Bugün git yarın gel” düşüncesi uğramamış bu kurumlara.
Boşa söylenmedi “At binenin kılıç kuşananın “ diye…
Tapu Müdürü Enver Çelik Bey’in bilgisi, birikimi ve tecrübesi bir yana az sayıda personeliyle yoğun iş yükünün altından kalkmayı başarıyor.
Onlarca memurun yapacağı işi toplam 4 kişiyle yapıyorlar. Helal olsun.
Kanımca buraya en az 4 memur daha istihdam edilmeli.
Kolay değil bir şehrin tapu yükünü sınırlı personelle çekmek.
Kadastro Müdürü Uğur Orak Bey desen o da işinin ehli bir yönetici. Çözüm odaklı bir yönetim anlayışı güler yüzü ile muhataplarına güven veriyor.
Nüfus Müdürü Ruşen Bey desen hakeza öyle …
Allah var etsin.
Uğur Beyin Odasında iken cep telefonum çaldı. Arayan Bağlarbaşı Mahallesi muhtarı olduğunu söyleyen Ahmet Aykutan ağabey.
Bugüne kadar kendisiyle hiç karşılaşmamış, hiç görmemiştim.
Kuşakkaya Gazetesinde çıkan köşe yazılarımı okuyunca ara sıra telefon eder duygularını paylaşır. Telefonda bir süre sohbet ettik. Gümüşhane’de olduğumu öğrenince görüşmek istedi.
Bulunduğum yeri tarif edince kısa sürede çıktı geldi.
Sakin, sessiz, göze batmadan gönüllere girmiş bir insanın vakarlı asaleti ve mütevaziliği vardı duruşunda.
Yüreğinin aydınlığı yüzüne vurmuştu.
Bir yazarın okuyucusuyla ilk görüşmesinin heyecanını ikimizde yaşıyorduk.
Sonradan öğrendim ki Ahmet ağabey, mahallesine hizmet için ileri yaşına rağmen koşan koşturan ilde sevilen bir büyüğümüz.
Sohbeti çaylarımızdan daha demliydi. Naif ses tonuyla anlattıkları ise etkileyiciydi. Allah ömrüne bereket versin.
Hatta sohbetin bir bölümünde Kadastro Müdürü Uğur Beyin rahmetli olan babasıyla arkadaş olduklarını uzun süre birlikte çalıştıklarını ve bir anısını paylaşınca odada duygusal anlar yaşadık.
XXX
Hükümet konağında işlerimi bitirip Karaer Mahallesinin o dik cadde ve sokaklarında eve doğru yürürken yıllar öncesinin doyumsuz esintileri bir bir içimde uyanıyordu.
İmam Hatip Okuluna giderken annemin eliyle ördüğü renga renk Kuranı Kerim çantasını omuzumda itina ile taşıdığım gidiş gelişler geldi aklıma.
Salı pazarına gidip haftalık ihtiyaçları almak için annemle yürüdüğüm o kaldırımlar…Bir seferinde: “Yoruldum yavrum. Şu duvarın önünde biraz dinlenelim” sözleri derin kuyulardan yankılanıyor kulağıma!
Annemin sesini duyar gibiyim!
Ağarmış saçlarımın dibinde ince bir sızı!
Nemli gözlerle eve yaklaşıyorum…
Karşımda Nurettin Çekiç’in apartmanı. Hemen karşısında sıvaları dökülmüş Şekerci Ziya amcanın ahşap konağı yüzüme bakıyor. Ya bahçesindeki elma ağaçları…
Çocukluk günlerimin ayakta kalan şahitleri.
Yol boyunca her adımda önüme serili anılar hatıralar…
Mahalleden arkadaşlarım Fazıl, Rıdvan, Fikret ve Hacıyla birlikte oynadığımız maçlar, körebe ve saklambaç oyunları canlanıyor zihnimde.
Hatıraların içimde açtığı pencereden yol ortasında bir müddet duraksayarak saniyeler içinde izliyorum geçmişimi.
Anılarımı yedi kat muşambaya sarmış, bir muska gibi kalbimde saklıyorum.
Annemle olan ayrılıktan sonra düşle-gerçek, geçmişle-gelecek arası gel-git duygular içindeyim.
Annemi kaybedince öksüz kalışımdan olacak ki benim de içimde zaman çoktan sustu!
Bu suskunluk sonrası, ablam Hamiyet ve anne yarısı teyzem Nejla’nın hayır dualarıyla Eskişehir’e uğurlanıyorum…
İmsak | 05:41 | ||
Güneş | 07:09 | ||
Öğle | 12:13 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:07 | ||
Yatsı | 18:30 |