Acı-Yorum!
Ben ki çeyrek asır bir zamandır sevdam Kuşakkaya yazarıyım.
Ben ki kimi zaman gökyüzünden bir damla yağmur suyu olarak düşüp bir çiçeğin içine saklanmış, kimi zaman ise yerden bir küçük yemlik olarak bulutlara bakıp şükretmiş bir şairim.
Çeyrek asrı geride bıraktığım yazarlık hayatımda en zor yazımı sanırım bugün bu satırlarla kaleme alıyorum.
Siz ne yaparsanız yapın, kader sizi bir yere doğru götürüyor sevgili okurlarım. Siz sanıyor musunuz tesadüfen bir takım gelişmelerle ve evrende serseri hareketlerle tamamen bağımsız bir hayatı yaşıyoruz.
Asla değil!
Evreni yaratan kudret, insanı bu dünya hayatında yalnız mı bıraktı sanıyorsunuz. Bizlere şer gibi gelen olayların arkasında hayrın, hayır gibi gelen olayların arkasında da şerrin olduğunu ancak başımıza gelince anlayabiliyoruz.
Rabbilalemin zalimi gücüyle denerken, mazluma da sabır ve dayanma gücü aşılayarak ilahi dengeyi her zaman korumuştur.
Kimse gücüne güvenip ilahlaşmasın; kimse umudunu kaybedip koskoca evrende unutulduğunu sanmasın. Gücü veren de alan da O’dur. İnsana düşen, gücü eline aldığında hayvanlaşmadan insan olmanın onurunu koruması ve gücü elinden bıraktığında ise tevekkülle yokluğa sığınmasıdır.
Kendi hayatımdan biliyorum kaderin yüceliğini ve ilahi kudretin biz insanlar üzerindeki imtihan yapma isteğini.
Cehennemin lüzumsuz olmadığını ama buna mukabil cennetin ise ucuz olmadığını bize öğreten ALLAH VE SEVDA yolunun çilekeş müdavimleri yanılmış olamazlar!
Anıların kilitli bahçesine giriyorum.
Yıl 2009.
O zamana kadar Kelkit’te on yılı aşkın bir zamandır emek verdiğim bir sıradan belediye çalışanıydım. Güya bir gün Kelkit’ten çıkacak, uzak iklimlere açılacak ve enginlerin sonsuz kokusuna bulanmış bir öteleri arayan seyyah olarak hayatı büyük şehirlerde keşfedecektim. Benim böyle bir hesabımın olmasının yanında ilahi kudretin de bir hesabının olduğunu 10 Temmuz 2009 gününün sabahında anladım. O zamanki belediye başkanı siyasi bir dolduruşa gelerek görev yerimi değiştirdi. Yeni görev yerim mezarlıktı. İçimin acıyan yanıyla bir hafta on gün kadar mezarlıkta çalıştım. Sonrasında istifa süreci yaşandı ve rabbime şükürler olsun şer gibi gözüken bir olayın ardından asıl mesleğim öğretmenliğe döndüm. Bu şekilde benim görevimden kopuşum çok sancılı oldu; siyasi baskıya rağmen haklılığımı “bağımsız” yargı tescil etti; insanın insana zulmü toprağın altına gidecek olan bir muhasebenin parçası olarak çok çıplak bir gerçekle bütün bir kamuoyu önünde yaşandı.
HAKKA KARŞI İNSANOĞLUNUN KONUM, DURUŞ, POZİSYON BELİRLEME REFLEKSİNE DİKKATLE BAKMAK GEREKLİDİR! Eğer ki bir insanın ahlakını ve inancını ölçmek istiyorsanız, hakka karşı o insanın nerede durduğuna bakmanız yeterlidir.
Benim mezarlığa sürülmem bir takım ibretlik duruşları da beraberinde getirdi; bir köşeye saklandım, kimin ne dediğine, kimin ne yaptığına baktım. Hepsi anılarımın arşivinde saklıdır. Kimisi haksızlığa karşı susmadı, bizzat şahsımın yanında yer aldı ; kimisi “aman bana ne” duyarsızlığında gizlendi, duymadı, görmedi, konuşmadı; kimisi ise siyasi bir gazla vicdanını birilerine kiraladı, ahlakını sattı, birilerine hoş gözükmek için “Oh iyi oldu pozuna” yattı. Gözümüzde büyüttüğümüz insanların görünen yüzlerinin ardında beş para etmez görünmeyen yüzlerinin olduğunu böylesine bir şer sonucu öğrendim.
Benim görevden alınıp mezarlığa sürülmemi “Oh iyi oldu!” yaklaşımıyla karşılayıp beni ziyadesiyle üzen bir kamu çalışanını uzaktan uzağa yıllarca izledim. 2009’dan sonra AKP iktidarıyla yıldızı parladı, yalakalığı siyasi bir arpalıkla taçlandırıldı, kılıcının arkası önü kesti, inanılmaz bir yükselişe geçti. İçimden, “Bu gidişle adam milletvekili seçilir, Gümüşhane yeni bir felakete hazırlanıyor!” kabilinden düşünceler bile geçirdim. Adamın yalakalığı bir kişisel zafiyeti olarak addedilebilir, lakin benim en fazla üzüldüğüm husus adamın paralelciliğini sağlam(!) bir AKP’liliğiyle perdelemesi ve saklamasıydı. Bu husustaki düşüncelerimi o zamanki milletvekillerine de söyledim ama gerekli karşılığı bulamadım. Çok sinsi insanların dümen suyuna girmiş milletvekillerini inşallah cenabı hak bu millete yazmaz; çünkü acısı çok feci oluyor!
Zamanlar birbirini kovaladı; uzun uzun yıllar geldi geçti.
İki gün önceydi.
2 Eylül 2016 sabahıydı.
Sabah okuldaki odamda internet sitelerinden gelişmeleri takip ediyor ve gazetelerin manşetlerine bakıyordum.
Kamudan ihraç haberleri dikkatimi çekti.
Bizim Recep (Ergin) sağ olsun, ihraçları binlerce insan arasından Gümüşhane’deki ihraçlar başlığı altında okuyucularına duyurmuş.
İnsan gurbetten memleketini daha büyük bir hassasiyetle ve ışıyan gözleriyle izliyor.
FETÖ’yle bağlantısı sebebiyle kamuda yapılan ihraçlara göz atınca birden durdum.
Gözlerim o isme takıldı.
Benim mezarlığa sürgün yememe “Oh iyi oldu” diyen kişiydi!
Ne hissedeceğimi bilemedim.
Ben bir insanım!
Acıma hissim harekete geçti.
Adamın çoluk çocuğu var.
İnsan yanım acıdı.
Sezgilerine ve sağduyulu yaklaşımlarına inandığım okuyucularıma şimdi soruyorum, “Oh iyi oldu!” demeli miyim?
Ama şunu söylemeliyim: İnsanları güç sarhoşluğu içinde bu duruma düşüren hastalıklı yapıya ACIYORUM!
O ismi ihraçlar içinde görünce derin düşüncelere daldım.
Tam o sırada kapıyı çalıp içeri dalan öğrencim:
“Hocam derse gelmiyor musunuz? “ diye sorunca öğrencime doğru yaklaşıp ona şükreden bir öğretmen bakışlarıyla bakıp “Peki evladım” dedim, “Hadi bakalım birlikte dersimize gidelim, dersimizi yapıp yarın da sınav yapalım. Yalnız, önce sınav yapıp sonra dersini veren öğretmenler de vardır. Hayat da bir öğretmendir, unutma!”
Her kim ki Hak’tan (doğrudan) sapar, şeytanın (yanlışın) tuzağına düşer, yağcılık ve yaltaklıkla bir yerlere gelir ve “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” kabilinden bir Yahudi hastalığına tutulup ahlak sınavından çakarsa, hayat onu bildiği gibi yapsın!
Allah yâr, gam yok!
Allah var, gam yok!
İmsak | 05:42 | ||
Güneş | 07:11 | ||
Öğle | 12:14 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:06 | ||
Yatsı | 18:30 |