BYE BYE TÜRKÇE !
26 yaşında modern üniversite tarihinin ve Yale Üniversitesinin en genç profesörü olan dünyaca ünlü Bilim Adamı Oktay Sinanoğlu’na ait kitabın adıdır aslında bu: “Bye Bye Türkçe”. Kitap Oktay Sinanoğlu’nun Türkçe ile ilgili makale, söyleşi ve bir dizi konferanslarından derlenmiş. Özelliklede eğitim alanında Türkçenin önemi üzerinde durmaktadır. Prof. Sinanoğlu kitapta bir ülkenin varlığınısürdürebilmesinin temel şartı olarak dilini korumasının gerekliliğinden bahsetmektedir. Kitabın kapağına baktığım ilk zaman ne kadar yanıldığımıhatırlıyorum. Hatta içim burkulmuş ve tarifi olmayan eziklik hissetmiştim. Etrafımda olanları düşündüm. Ne kadar çok yaygınlaşmıştı yabancı kelime kullanımı… Tabelalarda, reklâmlarda hatta televizyon dizileride…
Ancak geçen hafta sonu izlediğim 11. Türkçe Olimpiyatları beni ziyadesiyle mutlu ederken bir o kadar da umutlandım. Dilimiz, kültürümüz ve en önemlisi gelecekte dünya siyasetinde ülkemizin alacağı roller açısından… Bu nedenle de insanın gururu okşanıyor ve de kendine güveni geliyor.
Bizler için asıl önemli olan bu organizasyonu gerçekleştiren, yurdundan binlerce kilometre uzaklarda bu hizmet için tüm gücünü ortaya koyan giden bu cefakâr öğretmenlere,onlara destek veren gönül insanlarına teşekkür etmektir. Elbette şu soruyu kendime sormadan da edemiyorum. “Acaba ben böyle bir fedakadarlık yapabilir miydim?”
Yapılanların çok büyük emek olduğunu Amerika’da eğitimim sırasında canlı olarak görme fırsatım oldu. O emeği yadsımamak hatta ayakta alkışlamak gerekir. New Jersey eyaleti seçmelerinde yaşananlar kayda değer bir olaydı. Sevgi, umut, heyecan, arkadaşlık vs…
Bu organizasyona bir başka açıdan da bakabiliriz. Türkçe Olimpiyatları 11 yıldır yapılmaktadır. Dile kolay 11 yıl.Ne kadar uzun bir zaman değilmi?. Bu yarışmaya katılan ya da bu okullarda okuyan çocuklar ortalama 20-27 yaşaralığında ve iyi eğitim almış kendi ülkelerinde iyi ailelere ait çocuklar. Gün gelecek bu çocuklar devletin bürokratik kadrolarında müsteşar, bakan hatta başbakan bile olabileceklerdir. Bu ülkelerin kadroları böyle olunca Türkiye’ye bakışlarının ne kadar farklı olacağını ve değişeceğini sizler düşünün. Elbette her ülkenin bir çizgisi vardır. Bunun dışına kolay kolay çıkamaz. Ancak Nasrettin Hoca’nın dediği gibi: “ya tutarsa”
Bu organizasyon için ne gerek vardı diyenler; dünya siyasetine tamamen dar bir pencereden baktıkları için normal bir reaksiyon olarak görmemiz gerekir. Büyük devletlerin başka ülkelerdeki çalışmalarını ve özellikle de diplomasi dilinin Fransızca olmasına rağmen İngilizcenin nasıl dünya dili olarak yaygınlaştırılmasını hiç göremiyoruz demektir. O zaman Afrika’nın balta girmemiş ormanları içindeki en uzak köyüne giden rahibi, papazı ve İngilizce öğretmenin tabii ki anlayamayız. Onları anlayamadığımız gibi ABD’yi,İngiltere’yi, Çin’i hatta üç bölgeden oluşan Belçika’yı dahi anlayamayız. Bunları söylerken bizim geleneğimizin
gittiği yerleri kalkındıran oralarıgeliştiren bir gelenek olduğunu unutmamamız gerekir. Bizi diğer devlet ve kültürlerden ayıran en temel farklılık budur.
Sonuç olarak; öncellikle kendi dilimize sahip çıkmalıyız. Bunun için üniversitelerde akademik dilin Türkçe olması ancak yanında yoğun bir şekilde İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Arapça hatta İbranice ile birlikte Ermenice verilmeli. Bu dilleri kendi dilimiz kadar iyi konuşmalıyız. Bunu yapabilirsek birçok yabancıyayında çıkan makaleleri, araştırma projelerini daha iyi anlar onlarla yarışedebiliriz. Dünya siyasetini takip edebilir dedikodular üzerinden gelişi güzel konuşmaz ve sosyal medyanın ağına düşerek kendimize cahil muamelesi yapılmasınıengellemiş oluruz.
Saygılarımla,
BÜLENT DOĞAN
İmsak | 05:41 | ||
Güneş | 07:09 | ||
Öğle | 12:13 | ||
İkindi | 14:44 | ||
Akşam | 17:07 | ||
Yatsı | 18:30 |